7 Eylül 2009 Pazartesi

"ÜNLÜ" Geri Dönüyor!

Yalnızca 90'ların değil bana kalırsa Türkçe sözlü rock müziğin gelmiş geçmiş en iyi ve en kendine has gruplarından ÜNLÜ geri dönüyor. Estarabim coverıyla bilinen, bunun yanında da Rüya, Yardım Et ve Buz ve Ateş gibi harika parçalara imza atan grup için ne kadar delirdiğimi beni tanıyanlar bilir. Nasıl sevindiğimi anlatamam bu yüzden habere.

Yeniden albüm çıkaracaklarını sağda solda duymaya başlamıştık da gelişmelerden pek haberdar değildik. Bir de kesinleşmeden inanmak istememiştim açıkçası. Geri dönüyor diye sevindiğim birçok grup tamamen dağılınca.

ÜNLÜ 21 Ekim günü Dream TV Yüxexes programında canlı performansla bu geri dönüşün ilk adımını atmış olacak. Tabi bununla da kalmıyor sevindirici gelişmeler... Ünlü grubunun konserleri de pek yakındaymış. Şimdilik İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir bu güzel anlara tanık olabilecekmiş. Fakat başka iller de eklenebilirmiş. (Lütfen güneye de)

Yıllar evvel yaptıkları müziğin hala yanına yanaşabilmiş bir Türk grubu göremiyorum. Üzülerek söyleyeceğim ki şimdilerde süper diye tüm ergenleri peşinden koşturan gruplar, arak melodileri, arak alt yapıları ile beni üzmeye devam edecekler.

Bu uzun ara bize pek iyi gelmese de eminim onlara çok iyi gelmiştir.

Son olarak ÜNLÜ konserlerinde 30'lu hatta 40'lı yaşlarda pek çok ÜNLÜ hastası olacaktır. Şimdilerde pek bilinmese de ÜNLÜ'nün çok sağlam kitlesi vardı. Güzel olacak :)

Hala dinlememiş olanlar için: ÜNLÜ

Yalçın.

4 Eylül 2009 Cuma

Sulu Kuru Alışkanlıklar Gençlikte

Ali Kırca tatilde sakallarını uzatmış. Hatta öylesine sevmiş ki herhalde kesememiş hala. Yakışmadığını muhtemelen onbinler dile getirmiştir orada burada. Bir kez de ben söyleyeyim. Olmamış Sayın Kırca. Kaşıntı yapar hem o kadar sakal. Ramazan dolayısı ile uzattıysan da hiç gerek yoktu. Biz seni başka tanıdık. Sevenler başka sevdi. Ben fazlaca Haluk Bilginer'e benzettim seni. Keza Karl Marx, Jim Morrison ve Suavi de seni izlerken aklıma gelen diğer ünlü kişilikler oldu. Kes kurtar kendini derim.5 Mart 2010'da yeni Tim Burton filmi vizyona giriyor. Alice in Wonderland. Kadro baştan aşağı tanıdık diyebiliriz. Fragmanı izleyip de sabırsızlanmayan yoktur. Filmden sonra dünyaya dönmek uzun süre alabilir! The Mad Hatter rolünde izleyeceğiz Johnny Depp'i. Alice rolünde ise Mia Wasikowska. Helena Bonham Carter ise The Red Queen olarak karşımıza çıkacak bu fantastik hikayede. 7. Tim Burton - Johnny Depp birlikteliğinden yeni bir kült film çıkar diyorum.

Duşta "Giden Günlerim Oldu" söyleyen arkadaşa çok gülüyorum bu aralar. Şarkıları, klipleri ve şiirleriyle gümbür gümbür geliyor. "Yerleriniz Kaymıyor" performansı bekliyorum kendisinden ilk yarışmada.
"Bakınız sulu-kuru her türlü kötü alışkanlıklar gençliğimizde var. Bu tabi gençliğimizin ne yazık ki çok çok arzu edilmeyen yerlere doğru kaydığını gösteriyor." RTE. (Sulu - Kuru Derken?)

Beyaz t-shirt üzeri siyah yelek için meclisten karar çıksın istiyorum artık. Giymek yasaklansın. Başta güzeldi, eskiye rağbetti dedik ama yeter artık. Her tırışka popçunun üzerinde görmekten irrite olduğumuz bu yelek sokakları da esir almış durumda. Biri çıksın da dur desin bu sıradanlığa. Zaten mevsim de geçiyor, hasta olursunuz bak.

Ayrıca koca yaz geçti Aşk-ı Memnu çılgınlığı zerre azalmamış ben bunu gördüm. Bihter'e ne olmuş öyle ya. Kararmış gitmiş kadın. Ya Behlül'ün kaşlara ne demeli. Genco'nun kardeşi de hızla gelişmekte. Tüm ülke çiftleştirmeye çalışıyor içten içe dizideki ikiliyi. Herkesi rahata ermiş gördüm ama bu hafta, etrafta yazılanlardan anladığım kadarıyla. Yeni soru: Sevişirken kim görmüşmüş?

Yazının sonuna gelirken Brad Pitt fotoğrafı ne alaka diye hala çözemeyen sevgili okuyuculara:
Öylesine olduğunu belirtmek isterim.

Yal...

30 Ağustos 2009 Pazar

Yaka Kaldırma - Twitter - Ayşe Özyılmazel - Hıncal Uluç & Ayşe Arman

Şimdi bu yaka kaldırma hadisesini başlatan elimizdeki yazılı kaynaklara göre Eric Cantona'dır. Günümüzde ise Volkan Demirel ve Arda Turan bu yaka kaldırma olayını pek severler. Tabi onlar Cantona gibi maç esnasında değil, öncesinde ve sonrasında yaparlar bunu genelde. Beğenmesem de tarzdır bir şey diyemem. Ama Antalya'nın 40 derecelik bir yaz gününde yakasını kaldırmış alnından şıp şıp damlayan terlerini gördüğüm adama acırım, üzülürüm. Dalgamı da geçerim kusura bakmayın da. Fena bir görüntüdür. Yalnız o da değil zaten bu işi yapan. Son bir yıldır artarak devam etmekte yaka kaldıranlar. Sinirli abilerdir hafiften bunlar. Yer yer de kasıntı. Yer yerdir çünkü mekana göre değişir kasıntılıkları. Yürüyüşler, kollar ve ellerinde tuttukları sigara paketi telefon cüzdan ile süper kombindir yakaları da. Bence yapmayın. Yine de siz bilirsiniz.

Gelelim kolsuz body giyen erkek modellerimize. Size de laflar hazırladım kaçmayın. İyi göründüğünüzü düşünüyorsunuz değil mi? Ama kadınların geneli başını çeviriyor sizi görünce. Haberiniz olsun.

Ayşe Özyılmazel'in sesi iğrenç ötesi. Kendisini müzisyen ve şarkıcı ilan etmesi ise komik. Önündeki monitörler arızalı galiba. Bu kadının kendini duymadığına adım gibi eminim. Ayrıca yemek ilgi alanım demiş Twi'de. Belli oluyor bu durum fazlasıyla ve fazlalıklarıyla.

Twitter da dedikodu kazanı olmuş bu arada. Ünlüler Çiftliği havasında. Bol bol aramalar yapıyorum canım sıkıldıkça. Hangi ünlü kime giydirmiş haberiniz oluyor.

Son olarak Ayşe Arman gitgide vamplaşıyor. Nasıl mı? Hıncal Uluç ile yaptığı son röportajdaki fotoğraflar! Buradan bakabilirsiniz. Kimbilir daha ne gibi fantazileri var. İlerleyen zamanlarda göreceğiz. HELLO'nun 5. yaş kutlaması için Nihat Odabaşı'na verdiği fotoğraflar da bir o kadar ilgi çekiciydi.

Ayşe Arman polis, Hıncal Uluç suçlu. Sorgu fetişi şeklinde geçen bu röportajı da buradan okuyabilirsiniz.

Hıncal Uluç herkesin kötü dediğine iyi diyen, iyi dediğine ise kötü diyen bir yazardır. Yıllardır böyle ayakta kalmıştır. Gücünü de bu zıtlıktan alır zaten. Herkesin iyi dediği şeylere o da iyi dese ne farkı olur kim okur ki. İlgiyi başka yöne çekip, "ama Hıncal böyle yazmış" dedirtiyor. Medyadaki gücü ve kamuoyu üzerindeki etkisi de bu bir bakıma. Spor olsun magazin olsun, kültür-sanat olsun hep bir karşıt görüş bildirir genel kanının aksine. Ayşe Arman'ın HELLO dergisi için verdiği pozlara, bu Ayşe Arman değil ki Ayşe olsaydı bir şeyler söyleyebilirdim diyerek ayar vermişti. Ayşe Arman sorularıyla rövanşı almış gibi duruyor. Röportaj güzel olmuş. Ama fotoğraflar çok amatör geldi. Seks sorgusu şeklinde geçmiş elbette fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere bu yüzden iftardan sonra okuyun diye de not düşmüş Ayşe Arman :)

Bütünlemelerim var haftaya. Son sınıfa geçmem şart oldu. İki üniversite birden zor oluyor ama yer kaplar cv'mizde dursun zararı dokunmaz.

Yalç..

20 Ağustos 2009 Perşembe

Tatlı Diye Alınan Yeşil Biberin Acı Çıkması Ne Acı

Tayyip'siz mizah dergisi Cici'nin 2. sayısında Altay Öktem güzel bir yazı yazmış. Yazının tamamı derginin birçok yeri gibi güzel. Tavsiye ederim Cici'nin alınmasını. Altay Öktem'in malum yazısına dönecek olursam şöyle diyor:

"Ama insan, her nedense, kendinde olmayan şeylerin peşine düşer, anlamadığı şeyleri, tatmadığı duyguları dert edinir. Ulaşamadığı, elde etmeye çalıştığı şeyleri anlamaya çalışır, kurcalar durur. Sevgidir hayatın temeli, önüme çıkan herkesi isnistasız seviyorum, kucak açıyorum herkese diyerek yüzünde ebleh bir tebessümle dolaşan insanlar, huzursuz, sıkıntılı, problemli tiplerdir genelde. En güzel aşk romanlarını, bir türlü sevmeyi beceremeyen, ailesinden, çevresinden doğru düzgün sevgi görmemiş tipler yazar. Çünkü kafasına takar aşkı, nasıl bir şeydir bu, diye hayretle inceler. Aralıksız araştırır!

Aşık olansa, o aşkı bütün keyfiyle yaşıyordur zaten. Yaşamak varken oturup yazana, en azından salak denir. Aslında daha ağır şeyler de denebilir ama ağzımı bozmayayım şimdi... Ancak yaşayamayanlar yazar: yaza yaza tatmin olurlar. Yazmak, mastürbatif bir duygudur yani."

Yazı daha uzun ve daha güzel kısımları da var ama hepsini yazmayacağım elbette. Alıntıladığım kısım yetti bana. Hep bu fikre inanırdım da böylesine samimi cümlelerle ifade edememiştim. Altay Öktem'e hislerime tercüman olduğundan ötürü teşekkürü bir borç bilirim heh.

Bilenler bilir ben çok takılırım Tuna Kiremitçi'ye. İyidir hoştur da Tuna, aşk ile derdi olan adamlardandır fazlaca. Aşk onu hep örselemiştir. Yazdı, söyledi, yazdı, kötü söyledi ama yok olmadı. Yetmedi. Şimdi de bir film yazıp çekmiş Adını Sen Koy diye. Özünde tabi ki yine bir aşk filmi ne beklerdin ki? Kendi söylemiş "özünde bir aşk filmi" diye. Bıkmadan, yorulmadan hala aşk diyebiliyor adam cidden takdir edilesi şu çabası. Başka derdi yok mu acaba bu hayatta diye düşünmeden edemiyorum. Altay Öktem haklı galiba.

Söylenen ve yazılan her şeyin gerçekten olduğuna her anıyla yaşandığına inananlar var. Öyle ki her yeni gelen öncesiyle ilgili sorular sormaya bayılıyor. Anlatsan da yeterli olmuyor. Yazılan her şarkı, yazılan her yazı birebir olmuşcasına onlardan ve tam olarak öyle olmamış o anlardan nefret ediyor. Onları edebi bir metin olarak göremiyor. Geride kaldığını, o günlere ait bir boşalma olduğuna inanamıyor. Sorun mu? Benim için değil. Ama soru? Kırmadan, üzmeden cevap vermek, köşeye sıkışmış gibi hissetmek can sıkıcı. Köşeye sıkışmış gibi çünkü bu gibi anlarda kelimeleri seçmek zor. Ağından çıkacak her kelime incitici olabilir.

Altay Öktem'in dediği gibi yazmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek vs. mastürbatif hareketlerdir. Birçok blogger bilir ki atılan postların büyük çoğunluğu kendini tatmin etme duygusundan ileri gelir. Yazdıkça, çizdikçe, söyledikçe mutlu hissedersin. Anlattığın şeyi öyle güzel bir hale sokarsın ki o seni bir heykeltıraş gibi hissettirir. Hatta bazen şizofrenik tandanslı davranışlardır bunlar. Yani anlatılan veya yazılan her şey aslında gerçek hislerin olmayabilir.

Görmek istediğim gibi her şey.
Yani söylemek başka, olmak başka...

yalçın.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Bir Kadının Seks Günlüğü

Hıncal Uluç ile tek ortak noktamızın Galatasaray olduğunu düşünüyordum fakat yanılmışım. Diario de una Ninfomana filmini kendisi de çok beğenmiş. Neyse ona sonra geleceğiz. Ülkemizde nemfomani kelimesi pek bilinmediği ve filme daha fazla dikkat çekebilmek için biraz da "Bir Kadının Seks Günlüğü" gibi gudik bir isimle gösterime girdi film.

Filmde bir kadın yaşadıklarını anlatıyor. Erkekleri kadınlara anlatıyor aslında kendi üzerinden. Bu anlatımlar sırasında erkek dünyasıyla ne kadar iç içe geçtiğini, erkekleri ne kadar iyi tanıdığını hemen farkediyoruz. Kadın oradan oraya savrulurken alttan alttan da öğütler vermeyi ihmal etmiyor. Ama bunu o kadar güzel yapıyor ki bir an olsun sıkılmıyorsunuz.

Kadınımız bir nemfoman. Nemfomani:Kadınlarda görülen ailesinin yaşının ve psikolojisinin tam karşıtı bir davranışta bulunarak değişik erkeklerle olma isteği ve aşırı seksüel istek duyma ile karakterize bir cinsel işlev bozukluğudur.

Bu terimsel tanımlamayı geride bırakarak devam ediyorum.

Film bir nemfomanın üzerine kurulu olsa da aslında her gün konuştuğumuz bir konuya harika dokunuyor. "Erkek yaparsa kahraman, kadın yaparsa sürtük".

İşte nemfoman kadınımız aldırış etmiyor. Herkes ne düşünür diye takılmıyor. Önüne gelen her erkekle, canının istediği yerde sevişiyor. Bir zaman sonra farklı deneyimler yaşamak için bir sosyete genelevinde çalışmaya başlıyor. Kendini doyururken, aslında kadından bile daha karmaşık olduğuna inandım erkekleri çözüyor... Çıkardığı sonuç ise filmin sonunda zihinlerde yer buluyor zaten.

Yatakta harikalar yaratan, seks makinesine dönüşen, kadını uçurup iyi tatmin eden erkek mutlaka aldatıyor.
Daha çocuksu bir sevgi besleyen, aşık olan erkek ise yatakta pek başarılı değil, üstelik de kıskanç.

Her manada iyi anlaşılan erkek ise eşcinsel.

Bu filmin nihai bölümüdür. "A evet böyledir. Yok canım benim sevgilim bana aşık ama yatakta da gayet başarılı" diyorsanız bilemeyeceğim. Sonuçta günlüğün sahibi Valério Tasso. Kendisi şimdilerde seksoloji üzerine doktora yapmaktaymış. Çapkın, kuralsız, özgürlükçü ve hafif meşrep olarak tanımlıyor kendisini.

Filmi izleyen bir çok arkadaşım beğenmeyecek eminim. Daha yarısına gelmeden kapatacak hatta onu da biliyorum. Ama ben beğendim. Neden beğenmedin de demem kimseye. Sonuçta seks herkesin hayatında farklı noktalarda yaşadığı bir şeydir. Üzerimde 9.5 hafta ya da Vahşi Orkide etkisi yaratmadı ama Melissa P.'den her anlamda daha kaliteli bir film. Gerek seks sahneleri gerek oyunculuklar çok doğal.

Hiçbir bölümde rahatsız olmadım. Anlatımlar gayet vurucuydu. Bu nasıl film ya diyenler için kadının bir nemfoman olduğunu tekrar hatırlatırım. Biraz açık olalım artık. Gidin yapın demiyorum kimseye. Ama film bu sonuçta. Nemfomani hastası bir kadının başından geçenlerin anlatıldığı bir film üstelik. Forumlarda, sinema sitelerinde yapılan yorumlara inanamadım. 2 tane seks sahnesi görüp rezalet demek yapılan sanata saygısızlık gibi geliyor bana. Sonuna kadar izlemeden bir film için nasıl yorum yapılabilir ki?

Neyse sinemada izlenir mi derseniz bu kişiliğinizle alakalı. Ben vizyona girmeden evde izlemiştim. Anca zaman bulabildim yazı ondan gecikti biraz. Beni tanıyanlar bilir film anlatmayı hiç sevmem. Ama bu filmi nasılsa birçok kişi biraz izleyip kapatacak. O nedenle anlattım..

Uzun bir aradan sonra sert bir giriş oldu sanki ama arkası gelecek.

Yalçın..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Nihayet Dönebildim, Oh Be!

Yıkılmıştım en son alttaki postta görüldüğü üzere atlatmam da kolay olmadı nitekim. Şaka şaka. Öğrendiğim andan itibaren hızla yenilenme sürecine girdim. Pek vaktim yoktu Erol Evgin'e takılıp kalmak için..

Sondan bir önceki yazımda tez falan diyordum. Evet tezi verdim o yazıdan birkaç gün sonra. Lakin beklendiği üzere düzeltme verdiler. Arada da finaller olunca kabus devam etti. Nihayetinde Mayıs sonunda tezi verdim sınavları yedim bitirdim. Beklediğim ve özen gösterdiğim tüm dersler AA geldi. Mutluyduk. Bitmeyen okulun bitirme tezi tamamlanmıştı. Şimdi seneye bitecek okulun kepini atmalıydık.

Öncesinde Sevgili Bern'in mezuniyet yemeği vardı. Oraya katıldık.. Müzik dışında güzel bir geceydi. Gecenin sonunda saldırılan kokoreç harikaydı. Geceden birkaç kare.(haftasonu dergisi fotoğraf alt bilgisi gibi oldu haha).


Sonra benim kep atma anlarım yaşandı. Zerre heyecan yoktu içimde. Sırf anne ve abla mutlu olsun diye gittim. Belki de okul bu yıl bitmediği için o mezuniyet havasına giremedim. Seneye yine atacağım ama. O zaman şartlar farklı olacağından söylerim hissettiklerimi.


2004 yılında liseden mezun oldum kep kafamda durmuyordu bir türlü tutturamamıştım. Sene 2009 yine aynısı oldu. Kepli güzelce tek fotoğraf çektiremedim iyi mi :( Neyse ki bende şimdilik çektiririm güzel fotoğraf. (Aile, akraba, mahalle ister bunları hep. Kulağına küpe canım blogger). Antalyamızın güzide sıcakları ve kep tak çıkar olaylarından ötürü saçlarım dağılmış. O yüzden şimdilik bir kare koyamıyoruz.

Şimdi bu Bernlerin ev var ya süper bir yerde. Nasıl süper derseniz de. Bir tarafı denizi bir tarafı da Antalya Atatürk Stadı'nı görmekte. (Ne müthiş ikili demi demi). Neyse onlarda tıka basa yemek yediğimiz bir akşam ben çok özlediğim bir şeyi buldum. Davul fırın. Evet efsane davul fırın. Tahmin edileceği üzere benim bulduğum yer de bir buzdolabının üstündeydi. Başka bir yerde olması beklenemezdi zaten ehe. Hastayımdır ben bu fırına. Çocukluğum geçer gözümün önünden. Neyse ben bu kardeşimi bulunca fazlaca ilgi gösterdim haliyle. Evdekiler de şaşırdı ''noluyoruuuzz'' tavırlarıyla beni izlediler ama hasretimi gideremedim. "Ver dedim" vermediler. Çok güzel ama ya bakar mısın şuna..


Neyse bu kadar işte kişisel şeyler. Son zamanlarımda bu tip güzellikler oldu diyebilirim. Onun dışında Galatasarayımız olay yaratacak bir hamle yaptı. Mutluyum heyecanlıyım bu durumdan.

Sıcaklar kendini koyverdi. Durduramıyoruz her gün artıyor. Antalya'ya gelecek olan varsa bir kez daha düşünsün. Ege tarafları daha ideal benim gözümde.

Başka başka.. Dinleneceğim bir süre. Sonra oturup karar vereceğim. "A lot like love" vari takılacağım sanırım ister istemez. Okul bitmediğinden mütevellit boşluğa düşmedim. Filmler izleyeceğim. Belki yeni bir diziye başlarım. Konserlere gideceğim. Prison'ı özleyeceğim. Spoiler vermeyeceğim.

Son posttan beri tam 1 ay geçmiş. Bu süreçte yalnızca üç beş kez okuyabildim arkadaşlarımın bloglarını. Eksik hissediyorum kendimi. Yarından itibaren yavaş yavaş okumalıyım.

Heyecanlı olanlar var haftasonunu bekleyenler var onlara sevgilerimi sunuyorum.
Hepimiz için Mika - Relax.

Oh be döndüm :)

Yalnız şu kediler çok garip hayvanlar ha..

Yalçın..

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Beni Yıkan Erol Evgin Gerçeği

Erol Evgin'in saçları perukmuş!
Erol Evgin'in saçları perukmuş!
Erol Evgin'in saçları perukmuş!

Dün akşam saatlerinde öğrendiğim bu gerçekten sonra hayatım asla eskisi gibi olmayacak.

Olayı kısaca anlatacak olursam, dün akşam saat 9 sularında oturmuş televizyon izlerken ben o kahrolası cümleyi kurdum..

-Bu Uğur Dündar ile Erol Evgin de hiç yaşlanmadı ya. Saçları bile aynı adamların.

Keşke demez olsaydım. Dememle birlikte salondan büyük bir ses yükseldi.

-Sen bilmiyor musun, Erol Evgin'in saçları...
-Susun susunnn. Yalvarırım devam etmeyin... HAYIIIIIIIIIIIIR!

Belki birçoğunuz bunu biliyordu ama bana kimse bir şey söylemedi bu yaşıma kadar. Niye söylemediniz neyi beklediniz ya of. Evet yaşım 22 ve bu gerçeği yeni öğreniyorum. Dünden beri bambaşka bir hayatı yaşıyor gibiyim.

Allahım neden?

Neden?

Neden ben?

Neden yaptın Erol neden?

Neyse.

İşte öyle bir şey :(

Yalç..

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Ben Son Günlerde Neredeydim?

Can sıkıcı bir durum yoktu evvela onu söylemeliyim. Buralarda olamayaşımın nedenlerini birazdan sayarım. Onun dışında can sıkıcı tek durum birçok güzel insanın bloglarını takip edememem oldu.

Bu blog alemi öyle bir şey ki, ''bir şeye bakıp hemen çıkıcam'' diyemiyorsun. Birine gireyim desen diğer bloglara illa ki sıçrıyorsun. O yüzden kafamın rahat olduğu bir anda yapmak istiyorum bunu. Hala rahat değilim aslında. Devam ediyoruz..

Cuma günü teslim etmem gereken bir adet bitirme tezim var. Sponsorluklar konusunda uzmanlaştığımı sanıyorum artık. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar yoğun herhangi bir şeyle uğraşmadım. Yer yer kendimi tanıyamasam da bu tez yazma işi ciddi ciddi beni kendine bağladı. Hep daha iyisini çıkarabilmek adına çabalıyorum. Alt sınıflardaki arkadaşlara tavsiye ederim. İyi bir danışman hocanız varsa bitirme tezi, projesi ıvırı zıvırı alınız. Çünkü kendinizi önemli hissediyorsunuz. Ha ben daha önce önemsiz mi hissediyordum. Öyle değil yahu. Bilime katkın olduğunu düşünüyorsun akademik bir dalga sonuçta.. Ha kim senin tezini açıp okuyacak hiç kimse. Doktora tezi olsa neyse. Ama yine de önemli hissediyorsun kendini.. Bitirme tezi lan boru değil ki.

Şişirdim de şişirdim kendimi farkındayım. Yalnız dediğim gibi hayatımda hiç bu kadar kitaplara, tezlere gömülmemiştim. Farklı bir dönem geçirdiğimden olsa gerek tuhaf hissediyorum. Lakin pek mutluyum. Tabi bu mutluluğun nedenini yalnız teze bağlamak doğru değil..

Bizim ev denize pek yakındır. Falezlerin hemen üstündeyiz Antalya'da. Bu postu yayınla deyip 5 dakika sonra denizin içinde olabilirim mesela. Böyle olunca birkaç gün de hava harika olunca dalış yaptım bol bol. Tez ve dalış evet. Su altında bile düşündüm kaynakçalarımı. İyi ki varsın Argan, Katırcı ve daha onlarcası. Siz olmasanız bu tez olmazdı.

Daha fazla kıskanmanıza lüzum yok, gün boyu devam eden yağış ara ara kendini göstermekte. Okulumuzda ise şenlik şebelek durumları yarın itibariyle başlamakta. İlk gün Benny Benassi var. Hepimizin aklında bir satisfaction tabi. Gider miyim bilemedim şimdi.

Cuma itibariyle tezi teslim edeceğim. Sonra kendimi kumsallara mı atarım yoksa iki hafta sonra başlayacak olan finallerin kucağına mı onu da bilemedim.

Evet bilmiyorum gerçekten. Kafam çok karışık.
İnanmıyorum :(
Bir güç var ama..

Oldu o zaman...

Yalç bey.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Kelimelere Ne Gerek

soyarsın yavaş yavaş
ben üstüne dökülürüm
titrersin her dokunuşta
buz gibi eritir tenim.

gayet homojen artık
bak bakalım hangisi hangimiz
hala var mı tekil yüzler
unut bakalım biz kimiz.

bir ses derinden
keşfedilmemiş yerlerinden
bir nefes terli bedeninden
çarpışıp acıttığım mor tepelerinden.

saçlarımda ellerin
neler geçer içinden
bak tek parçayız işte
hadi üzerime gelsene.

hiç değişmeden böyle kalsak
uçup uçup sonra acıksak.
sussak, anlasak, alışşak ağır ağır
yorulsak bile hiç durmasak.


Yal..

21 Nisan 2009 Salı

Adsız Adam 23749 Kopya İle Tüm Bloglarda

Evet ışık tutasım geldi son günlerin en kaçak hareketine. 3 başlık altında incelemek için yola çıkıyoruz. Ben en sık görülen türlerinden bahsedeceğim.

1.TÜR - Homo Asosyalis: Elleri nasırlaşmış, sosyal iletişim bozukluğu yaşayan, zamanının büyük bölümünü bilgisayar başında geçiren, özgüven eksikliği duyan, kendisini banyodan çıktıktan sonra ayna karşısında bile beğenmeyen bir güruh.

Sert bir giriş olabilir ama bu arkadaşların birçoğu söylediklerimi birebir yaşamaktadırlar. İnsan kazanmak iyi bir şeydir elbette ama bu saatten sonra bilim dahi çaresizdir onlar için. Kısacası ''Bu saatten sonra, böyle gelmiş, böyle gider.''

2.TÜR - Homo Ahlakus: Bu türdeki canlıların özellikleriyle, 1. türdeki bazı kişilik özellikleri örtüşmektedir. Burada işin içine yazıların, yaşananların, yazarın ve yorumlardaki görüşlerin ahlaki boyutu da karışır. Yazılar Din ve Türklük açısından sorgulanır da sorgulanır.

Adsız kişisine ters gelen hareketler, adsız kişisi tarafından hakaret boyutundaki sözcüklerle taçlandırılır. Kadın bloglarındaki tavır genel olarak ''Orospu, kaşar, senin anan baban abin yok mu, a.... koy...'' , erkek bloglarında ise ''Lan piç senin ebe.. si..'' şeklindedir.

3.TÜR - Homo Issız Sapiens: Günümüzdeki en moda türlerden biridir. Kendilerine tüm sosyalleşme ağlarında sıkça rastlanabilir. Bunun dışında birçok mekanda da görmek mümkündür. Türün adından da anlaşılacağı üzere Issız Adam tribindedirler. Bir dörtlükle aslında yaşamadıkları hayatlarını özetleyecek olursak;

Seksss vaaa,
Gezziyos, tozzuyos,
Yiyos içiyos,
Sabah olunca adiios..

Homo Issız Sapiens gayet zararsızdır. Yaklaşıp okşayabilir, hatta biraz konuşup eğlenebilirsiniz bile.

Bu 3 türe ışık tutmaya çalıştık umarım ilgilenirsiniz. Genel olarak erkek türleri ele aldık, bir başka gece de sorunlu kadın türlerini ele alabiliriz kimbilir.

Dikkat edin kendinize.
Tanrı hepimizi Adsız'lardan korusun.

T9'da 23749 yazınca ''adsız'' çıkıyor. Hey ho, Let's go.

Evdeki ses düm tek tek.

Öptüm.

Yalçın..

20 Nisan 2009 Pazartesi

Seksi Fotoğrafları İçin Tıklayınız!

Bu blogda yazdığım ilk şeylerle bugün yazdıklarım arasında dağlar kadar fark var. Bütün Tuna Kiremitleri kaybettim içimdeki. Blog yazmaya başlarken günlük şeklinde yazmam diyordum. Ama sıkıldım blogun ilk tarzından. İçimden ne yazmak ne okumak geliyor o tip şeyleri. Merak edenler sağ taraftaki blog arşivinden o çok edebi? yazıları da okuyup hüzne boğulabilirler. Zira geldiğimiz noktada can simidi ihtiyacımız yoktur. Sen bilirsin yani sevgili arkadaşım. ''Dostum caps yok mu'' dersen de yok maalesef. Sen araştır bul.

Blogun hal ve tavrının değişmesinin bir sebebi de bu zamana kadar hiç günlük tutan bir kişi olamadım. Bu tam olarak öyle olmasa da ona yakın hissi veriyor bana. İleride açıp okurum kimbilir. Kalsın burda. Evet evet.

Benim canhıraş aramalarım sonucunda başlayan bir arkadaşlığımız var Bern ile. Geçtiğimiz postların birinin öznesidir hatta kendisi. O bunu bilmez o ayrı. Neyse haftasonu kendisi ile denizi seyredip çilekli votka içtik. Ben parfüm de sıktım ona çilekli hem de. Ben votkayı içmekten çok kokladım ama. Çilekli her şey birbirinin aynısı kokuyor. Bu söylediğim her şeyin içine çilekli prezervatifi de koyuyorum. Afrodizyak.

Galiba bu haftasonu Olympos'da olacağı(m)(z). Tez bitmeden tatile çıkıyorum işte. Lige havlu atmış takım tadındayım şu aralar. Haftaya geçer. Geçmezse geçirirler zaten bir şekilde o yüzden rahatım.

Koridorda Air-Wick dalgasından var. 30 dakikada 1 üfleyen şey nasıl olur da her defasında ben yanındayken üfleyebilir ya. Şaka gibi. Yalçın fotoseli mi var acaba? Kendisinin kokusundan hazzetmediğimi bildiği için böyle davranıyor olsa gerek. Yo hayır can sıkıntısından eşyalara derin anlamlar ve kişilikler yükleme gibi bir cinslik yapmadım. Bu içimde kanayan bir yaraydı paylaşmak istedim yalnızca.

Her şeyi bilen kadın'ı gördüm sabah sabah ürktüm. Hakikaten biliyor yahu. Dürüst olup doğru şıklarla yönlendirirseniz tabi. Tıkla bakalım buraya.

Başlığa aldanıp gelen arkadaşlar içinse ne desem bilemedim :)

Yal...

16 Nisan 2009 Perşembe

REDD'in Yeni Albümü 21'e Dair


İlk kez bir albümün tüm süreçlerine uzaktan da olsa tanık oldum her aşamasını takip ettim. Onlar askerdeyken stüdyo albümleriyle ve akustik konser albümleriyle idare ettik. Yeri geldi ''nefes bile almadan'' sevdik. Yeri geldi ''hiç bu kadar acıtmadı hiç kimse senin kadar'' diye haykırdık. Bazen de ''boşver böylesi daha güzel'' diye çekip gittik. Gitmeden evvel nasıl derinliği olan şarkılar yaptıysa bu adamlar her dinlediğimizde yeni bir şey keşfettik. Ama bu özlememize engel olmadı tabi ki. Gerek konserlerdeki samimi ortamı, gerekse şarkılara eşlik ederkenki varoluşumuzu yeniden yaşamayı çok özlemiştik.

Kendilerini ilk dinlediğimde ne yalan söyleyeyim ki ikinci bir albüm yapacaklarına inancım pek yoktu. Bunun nedeni o dönemde rağbet edilen seslerin yönü ve Redd'in bambaşka havasıydı. Fakat bugün gelinen noktada da şunu söyleyebilirim ki Redd sadece önümüzdeki birkaç yıla değil, on hatta yirmi yıla damgasını vuracak bir grup olacaktır. Şarkıları otuz yıl sonra bile dinlenebilen özel bir grup.

Yakıştırmaları benzetmeleri sevmesem de hala dinlememiş olanlar için diyebilirim ki; Pink Floyd, Coldplay gibi grupları seviyorsanız Redd'i daha da çok seveceksiniz.

Redd ile ciddi anlamda ilk tanışmam birlikte çalacağımız bir festival dolayısıyla oldu. O zamana kadar bazı şarkılarını bildiğim hoş müzik yapan adamlardı. Sonra ne mi oldu? Tanıdık, sıcaklıklarını ve içten müziklerini gördük. Canlı dinledik hayran olduk. Eve geldik bir daha dinledik. Sonra konserlerine gittik. Birlikte söyledik. Ağlarken, gülerken, eve yürürken, okula giderken, otobüste, uzun yolculuklarda, güneşlenirken, içerken her yerde her şekilde dinledik bu adamları. Her anımıza tanık oldu güzel şarkıları. Yanımızdan hiç ayırmadık kısacası Redd'i.

Başa dönelim artık biraz evet. 21 diyorduk. Heyecanla bekledik aylarca. Bekleyiş son buldu. Tam 21 şarkılık dev bir eser bıraktı ruhumuza. Yeni alınmış bir oyuncak edasıyla albüm incelenmekte.

* ''Bu albüm, dünyaya tutunmaya çalışan, onu değiştirmeye çabalayan ve bu yolculukla kendine bir yön bulmuş herkesin adına söz almış bir karakterin, 21'in hikayesi.

Albüm 21 isimli karakterin doğumu ile başlıyor. Çocukluk hayallerine, geleceğe dair umutlarına, dünyaya ve çevresinde gördüklerine dair epik öyküler ergenlik dönemi ile birlikte yerini farklı sanrılara bırakıyor. Yaşadığımız dünyanın biçimlendirilmişliğinin hayatlarımızı nasıl sınırlandırdığını gözlemli gözlemliyor, kendi masumiyetinin elinden kayıp gidişine tanıklık ediyor. Bir sonraki episode’da aşk onu tüm bu sorgulamaların içinden çekip çıkarıyor. Albümün son episode’unda ise 21 gerçeklikle tanışıyor. Çocukluk hayallerini ve yaşamını sorguluyor. Ait olduğu gerçeklikten dünyayı anlatıyor ve yaşamı boyunca içinde gizlemeyi başardığı küçücük bir umutla aramızdan ayrılıyor..''
(*Redd)

Albümü şarkı şarkı anlatmayacağım elbette. Çünkü ne film ne de albüm incelemesi yapmayı sevmiyorum. Nihayetinde bu albüm herkeste farklı şeyler uyandıracaktır. Beni etkilediği gibi seni etkileyemeyebilir. Lakin herkeste bir şeyleri yeniden canlandıracağı da su götürmez bir gerçek.

Biz yeterince konuştuk artık sessizlik olsun. Susalım ve dinleyelim.

He bir de mümkünse orjinal albüm alalım!

Yalçın..

Yansın, Yasaklansın, Kaybolsun!

-Rochas erkek parfümü yasaklansın. Bir yere kadar güzel de artık herkeste var. Ölüyoruz!

-Facebooktaki test ve video olayı kalksın.

-Nihat Doğan kestikçe uzamasın. Esra Ceyhan aramızdan ayrılsın.

-Bloglar amacından şaşmasın. Saçma sapan blog yarıştırmalarına girip, mail kutularımız ''bana oy verir misin'' postalarıyla dolmasın.

-Seba gitsin, Ahmet dursun.

-Ted'in karısı belli olsun.

-Ekşi Sözlük'teki Nutella, Uludağ Limonata, Lost ve Banu Güven çılgınlığı son bulsun.

-Coca Cola efsanevi cam şişesine geri dönsün.

-Prison Break mutlu sonla bitsin.

-Ünlü müziğe geri dönsün.

-Yurdun dört bir yanındaki eğitim yuvalarında su savaşları başlasın.

-Biri bana Ergenekon'u baştan sona anlatsın.

-Gökçe müziği bıraksın.

-Buzdolabının kapağı istediğim kadar açık kalsın.

-Yeni nesil ''bilmem ne photography'' havasından sıyrılsın.

-Rüzgarlı havalarda saçlarım dağılmasın.

-Yeni doğan her kız çocuğuna ''Ada'' ismi koyulmasın.

-Kolbastı oynayanlara görüldükleri yerde dalınsın.

-Son günlerin blog modası haline gelen ''erkeklere bindirmek'' olayına en azından bir süre ara verilsin.

-Ayşe tatilden dönsün.

Yalç..

11 Nisan 2009 Cumartesi

Parce que j’ai le jeu, mes chiennes!

Telefon bankacılığında en çok sıkıldığım terlediğim soru nedir biliyor musunuz?
-Lütfen kodlar mısınız?

Ya tamam kodlayalım da Adana, Ceyhan, Denizli değil ki tüm harfler. Misal J harfi gelmiş. Düşün düşün dur. Konya, Adana diye sayarken birden Jamaika demek görgüsüzlük gibi geliyor. Yalnız J mi? Hayır tabi ki. Ö var mesela, Ü var. Fatsa hayatımda yeri olan bir yer değil. Nereden gelsin aklıma. Ya da Ödemiş ya da Ünye.. Arada o kadar boşluklar oluyor ki ben kodlama yaparken telefondaki ilgili kişi şüpheleniyor diye daha da geriliyorum. Kendimi malum yarışmada gibi hissettiğim zamanlar da yok değil hani. Sanki bildiğim tüm illeri ilçeleri unutuyorum birisi bana ''Kodlayabilir misiniz beyefendi'' dediğinde.

Bir erkeğin bir kadına ilk bakışının süresi 8.2 saniyeyi aşıyorsa artık erkeğin kadına aşık olduğunu düşünebilirmişiz. Tabi bu durum erkekler için böyle. Kadınlar içinse bilim bile çaresiz. Henüz bir sonuca varamamışlar dolayısıyla.

Zooey Deschanel ile Marion Cotillard sizce de benzemiyor mu birbirine?

Yaz geliyor, herkes kendine çekidüzen versin lütfen. Ağlanmayın sonra. Sağlık için spor diyelim biz buna.

Bir kotun arka ceplerini taşıyan çantalar modaydı bir ara. Geçen aklıma geldi. Ne zamandır görmüyorum onlardan. 90'ların popçu fotoğraflı klasörleri de hemen ardından düştü aklıma ya neyse. 86 ve öncesi doğumlular, ilkokulda dershaneye gidenler iyi hatırlar.

Robin Williams kalp ameliyatı geçirmiş. Geçmiş olsun diyelim buradan.

Son olarak blog ödüllerinden de mim dalgalarından da hazzetmiyorum. Ama kıramayacağım bir kişinden gelince bu defalık ilk ve son diyerek kabul ediyorum.

Sevgili Gülen Tezer Üstün beni bu ödüle layık gördüğün için sana çok teşekkür ediyorum. Tez vakitte tamamen iyileşmiş olduğuna dair yazılar okumak için sabırsızlanıyorum.

Oyunun kuralı ödülü başkasına geçirmekmiş galiba fakat ben oyunbozanlık yaparak bunu yapmayacağım. İzleme listemdeki tüm blog yazan arkadaşlar benim için değerlidir hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

En başa yazmam gereken şeyi sona sakladım. 22 yıldır tek bir saniye bile kendisinden vazgeçmediğim takımım yarın kazanırsa inanılmaz mutlu olacağım. İnancım çok yüksek elbette. Lakin kaybedip hayal kırıklığı da yaşasam sana olan sevgim zerre değişmeyecek.

Mevzubahis Galatasaraysa gerisi teferruattır..

He bu başlık neyin nesi diye merak edenlere de Barney Stinson'dan alıntı yaptığımı belirteyim.

Hoşçakalın efendim.

Yalçın..

9 Nisan 2009 Perşembe

Tempo Dergisi'ne Göre Hayatınızı Değiştirecek 50 Film


Daha önce söylemiştim bu listenin hepsine itibar etmesem de Tempo okumayan sinemasever bloggerlar için bu hizmeti yapacağımı. İşte koydum listeyi görüldüğü üzere.(Tıklarsanız büyüyecektir) Listedeki 50 filmin yarısını izlemişim. Divxplanet açıldı filmler indirilmeye başlandı tabi ki. Emule'e bindik gidiyoruz.

Tempo Dergisi'ne göre Hayatımızı Değiştirecek 50 Film..

Hepimizin hayatını değiştirir mi ya da hayatlarımız değişmeye müsait mi bilemiyorum. Ama bu filmlerin küçük dönüşümler yaratabileceği muhakkak.

Hep söylediğim bir şeyi yine söylüyorum.

''Sevgili Sinema Sektörü, izleyemediğimiz binlerce güzel film var. Her gün de yenileri ekleniyor. Nasıl yetişeceğiz bu kadar esere bilemiyoruz. Kafamız allak bullak. Okullarımız, işlerimiz, dizilerimiz var. Hatta bir kısmının mesajlarına cevap bekleyip duran, biraz geç cevap verince arayıp sinir yapan sevgilileri(sosyal ayar) var. Diyeceğim odur ki biraz ara verin, bir soluklanın, tatil falan yapın adalarda. Ama ne olur bir süre durun. Şu açığı kapatalım birkaç yıl sonra başlarsınız yine çekmeye. Film diyorum film. Aksi halde uykusuz geceler, devamsızlıktan kalınan dersler, kesilen maaşlar, terkedilen sevgililer giderek artacak.


Senin de beni sevdiğini biliyorum canım''

Öpüyor.

4 Nisan 2009 Cumartesi

Teşekkürler İyi Niyet Teşekkürler İnsan Canlısı!

Mobil İlköğretim Okulu'na daha çok var mı diye sordu kız. Yok az kaldı geç kalmazsınız merak etmeyin cevabı onu rahatlatmıştı. Muhabbetin harlanacağı adamın üzerindeki kıyafetlerin kahverenginin her tonunu taşımasından belliydi! İnsan canlısıydı. Engin tecrübelerini saate ve burunlarından derin nefes alarak onu dinleyen bizlere aldırmadan paylaşmaya devam ediyordu. Varılan her durakta civar okullarıyla ilgili bir takım bilgiler vermekten kendini alıkoyamadığı gibi şöförün beklediği ''devam et kaptan'' cümlesi de istisnasız ondan yükseliyordu. Ayaktaki teyzelere yer vermesi muhabbeti kesebilirdi. Bu yüzden göz temasından mümkün mertebe kaçtı. Ondan başka hiç kimse nerede inmesi gerektiği konusunda net bir bilgiye sahip değildi. Bu gruba şöförün de dahil olması tüm gözleri onun üzerine çekiyordu. Mobil İlköğretim Okulu neredeydi? Cevabı büyük bir sırdı. Israrla söylemiyor zamanı gelince hep birlikte inileceğini tekrarlayıp duruyordu. Egosu tüm zamanların en üst noktasına ulaşmıştı. Sınavın ekmeğini yemesi zor görünüyordu ancak durumdan yeterince mutluydu. Uzun cümlelerin ardını kendi gülüşleri ile dolduruyor, arkasndan gelen derin sessizlikleri de kesmek istermişcesine konuya dönüp okula az kaldığını belirtiyordu...

Nihayet beklenen ses gelmişti. ''Mobil'e gidecekler beni takip etsin'' dedi.. Yürümeye başlamıştık. Turist kafilesini andıran halimiz görenleri şaşırtıyordu. Brifing bitmemişti durmaksızın anlatıyordu. Sıkılmışlığımızı gizleyip durumu idare etme çabamızın tek nedeni ona duyduğumuz minnetti. O da bunun farkında olacak ki herkese sorular soruyor, belki de bir daha hiç görmeyeceği bir takım insanları tanımaya çalışıyordu. Kız ile daha ilgili olmaya çalıştığı anlarda aşırı dölüğanlı (delikanlı) ruhu onu frenliyordu. Neyse ki uzaktaki görüntü hepimizin yüzünü gülümsetti. Okulu görenler teşekkür edip yavaştan çevredeki kırtasiye ve marketlere dağılmaya başladı..

Tüm hücrelerine yalnızlık nüfus ettiğinin farkındaydım. Kendisini ıslak bir mendil gibi basit ama etkili bir tamlama ile bütünleştirdiği de son gördüğüm andaki surat ifadesinde gizliydi. Tüm sıkıntı dolu anları unutup içimden ben de güzel bir teşekkür ederken eve gidip olanları yazmayı düşündüm. Gelgelelim o anlarda bu yazının finalinin okula yaklaştıkça değişeceğinin farkına biraz geç varacaktım. Evet insan canlısının bizi getirdiği okul Mobil İlköğretim Okulu değildi. Mobilse çok geride kalmıştı.

Teşekkürler iyi niyet, teşekkürler insan canlısı!


yalçın...

3 Nisan 2009 Cuma

Ben Göremedim Sen Söyle Yarın Var Mı?

Ondan bir haber ulaşacak
Elin ayağın dolaşacak
Bu ilanı aşk karşısında
Aklın fena karışacak.

Dünkü falımdır da yukarıdaki dörtlük. Başlık da Second - Hey'den.

Tempo almak adetim değildir pek. Ama Nisan sayısında harika, pırıl pırıl, gıcır, mis kokulu, kuşe kağıt böyle her sinemaseverde olması gereken cinsten koca bir ek vermişler. Okuduğun son cümle hislerimi anlatmakta hala yetersiz. Olsun alınca beni anlarsın.

Bu ayrı derginin tamamında ''Hayatınızı Değiştirecek 50 FİLM'' yer alıyor. Evet bu ay almalısınız TEMPO Dergisi'ni. Almayacaklar için listeyi bugün yarın eklerim buralara. İçeriğinden bahsedecek olursam azıcık; filmler hakkında bilgi, kareler ve unutulmaz replikler var. 50 filmin ancak yarısını izlemişim bu zamana kadar. İki aya kalmaz listeyi tamamlarım. Aksi halde kendimi sigaraya başlamış gibi kötü hissedeceğim.

Elbette ''şu da olmalıydı, ya bu filmin neresi hayatımı değiştirecek ki'' türünden yorumlara açık bir dergi olmuş. Her şeye rağmen tavsiye ediyorum. Fiyatı da 6 TL.

Bugün toplamda 20 kredilik vizelere girdim. Merak edenler için söylüyorum ki süperdi hepsi. Yarın sabah da sınavım var. Ama gidiyorum. Duramıyorum evde. Klasik cuma eğlencemize saatler var. Filtre kahve ve cheesecake'in önünde saygıyla eğildikten sonra karaokeeeee!

Hell Yeah.

31 Mart 2009 Salı

Redd Yeni Albüm


Redd'in yeni albümü 21'in çıkış tarihi belli oldu. Albüm 9 Nisan Perşembe raflarda..

İlk klip Don Kişot parçasına çekildi.

Hadi değiştirelim her şeyi devrim olsun bunun ismi
Başlıklar değişsin çirkinlik ve güzellik hepsi

Sessiz ol, kimse uyanmasın
Bir yudum iç şundan hemen ısınırsın

Kaçıp evden uzaklara şehre bakalım aylak aylak
Kaçıp gerçekten uzaklara hayallere dalalım teslim olmadan

Güzel bir özgürlük var bu gece içimde ve dışımda..

Don Kişot olsun ismim bu gece
Rüzgarlara savaş açalım bu daha delice
...
..
.

Redd.

30 Mart 2009 Pazartesi

Terörist Muamelesi!

Sabah erkenden uyandım. Sözde bir gün önce seçim sonuçlarını izlemekten dolayı çalışamadığım vizeme çalışacaktım. Olmadı tabi ki. Üç beş dakika göz gezdirdikten sonra sabahın altısında bloglarda sürttüm. Bir yandan da The Feeling çaldık son ses. Sözlükler okudum sonra. En çok da itü sözlük okudum*

Kalktığımı gören annemden yatmasını rica etsem de beni dinlemedi elbette. Saatler geçmekte içim daralmaktaydı. Tek çözüm otobüste çalışmaktı. Bu her zaman yaptığım şeydi. Yine olmasında bir sakınca görmedim. Bir saat süren bir yolda rahatlıkla C alınabilirdi. O da yüzde otuz etkili vize için yeterdi.

Otobüse binip notlarımı çıkardığım anda arka koltuğa kabarttığım kulaklarım seçim kritiklerine şahit oluyordu. Biz fazlasıyla mutlu ve huzurluyduk o konuda. Oy verdiğimiz eski rektörümüz rahatça kazanmıştı. Neyse siyasi muhabbete giremeyeceğim hiç. Yeterince sıkıldım çünkü. Msnde, facebookta ve türlü ortamda kişisel iletileri 364 gün ''aşkım nerde kaldın, çok koptuk yeaa, lan bi daha o kadar içmicem'' olan kişilerin siyasete soyunması fazlasıyla mide bulandırıcıydı keza. Ha o bahsettiğim kişisel iletileri yazanların yanına ''yok ölüm gününüze bakın, önceki hayatınızda neydiniz'' türünden testler dolduran arkadaşları da parantezin içine alabilirsiniz.Yalnızca mutlu olduğumu belirtip seçim beni teğet geçti diyorum.

Hem kırmızı koltuk muhabbetinden hem de otobüsün sesinden rahatsız olduğum için yol boyunca bana eşlik edecek olan Adele'nin kulaklarıma dolmasına izin verdim.

Okula vardığımda çalışmayan bir kaç insan olarak hiç tedirgin değildik. Seçim konuşmalarına ''Evet abi, he abi'' şeklinde dahil oluyordum. Derken sınavın test olacağı bilgisi geldi. O an yeniden doğdum sanki. Notların elimde durup, pencereden dışarı boş boş baktığım anlara üzüldüm. Ama faydası da oldu. Vize haftamı akıl sağlığımı bozmadan idame ettirebileceğim kadar yapmıştım.

Ani bir kararla, aslında Koray Bey'in gazıyla dalışa gitmeye karar verdik. Ekipmanlar hazırdı evde. Hemen alıp yola koyulduk. Su soğuktu ama elbiselerimiz olduğu için ilk birkaç dakikanın ardından üşümeyecektik. Keyifle üç saat kadar daldık. Havaların garip seyrinden dolayı doğru dalış gününü bir türlü tutturamamıştık. Özlediğim için sudan çıkasım gelmedi. Çıktığımda ise elinde taramalı tüfeklerle on kadar asker beni bekliyordu!

Dalış yaptığımız bölgenin yan tarafı askeriyeye ait bir yerdi. Defalarca orada dalış yapmamıza rağmen, tek bir uyarı dahi almamıştık. Yasak bölgeye giriş çıkışlar yapmışız sürekli.

Sudan çıkıyorsun ve karşında eli tüfekli on kadar asker hazır kıta seni bekliyor. Olanların nedenini onları görünce tahmin etmiştim. Yapabilecekleri şeyin üst sınırı üstümde başımda ne kadar malzeme varsa el koymak, üstüne de para cezası vermekti.. Olayı sakince anlattım, aylardır daldığımızı hiç kimsenin uyarmadığını ayrıca bölgede ne bir uyarı yazısı ne de denizde bir şamandıra olmadığını belirttim. Askerlerin hala vurun emrini bekler bakışları oldukça rahatsız etmişti beni. Bir yere varmayacağına adım gibi emindim ancak yine de gereksiz bir gerginlik yaratılmaktaydı. Neyse ki tekrarı olmasın ve burada dalış yasak sözünden başka hiçbir şey olmadı. Ben de zaten üç tür balığın yaşadığı bölgede dalmaya pek hevesli değildim.

Fotoğraf işine malum tatsız son yüzünden giremedik bir dahaki dalışa diyelim.

Denizde, duşta, havuzda çok uzun süre kalınca hani börtmek diye bir tabir kullanılır ya. Ellerim şu an öyle. Yarına kadar da kalır böyle. Ama bu dalış zevkiyle asla değişilmez. Bir de dalış sonrası içilen sıcak çayla.

yal..