31 Mart 2009 Salı

Redd Yeni Albüm


Redd'in yeni albümü 21'in çıkış tarihi belli oldu. Albüm 9 Nisan Perşembe raflarda..

İlk klip Don Kişot parçasına çekildi.

Hadi değiştirelim her şeyi devrim olsun bunun ismi
Başlıklar değişsin çirkinlik ve güzellik hepsi

Sessiz ol, kimse uyanmasın
Bir yudum iç şundan hemen ısınırsın

Kaçıp evden uzaklara şehre bakalım aylak aylak
Kaçıp gerçekten uzaklara hayallere dalalım teslim olmadan

Güzel bir özgürlük var bu gece içimde ve dışımda..

Don Kişot olsun ismim bu gece
Rüzgarlara savaş açalım bu daha delice
...
..
.

Redd.

30 Mart 2009 Pazartesi

Terörist Muamelesi!

Sabah erkenden uyandım. Sözde bir gün önce seçim sonuçlarını izlemekten dolayı çalışamadığım vizeme çalışacaktım. Olmadı tabi ki. Üç beş dakika göz gezdirdikten sonra sabahın altısında bloglarda sürttüm. Bir yandan da The Feeling çaldık son ses. Sözlükler okudum sonra. En çok da itü sözlük okudum*

Kalktığımı gören annemden yatmasını rica etsem de beni dinlemedi elbette. Saatler geçmekte içim daralmaktaydı. Tek çözüm otobüste çalışmaktı. Bu her zaman yaptığım şeydi. Yine olmasında bir sakınca görmedim. Bir saat süren bir yolda rahatlıkla C alınabilirdi. O da yüzde otuz etkili vize için yeterdi.

Otobüse binip notlarımı çıkardığım anda arka koltuğa kabarttığım kulaklarım seçim kritiklerine şahit oluyordu. Biz fazlasıyla mutlu ve huzurluyduk o konuda. Oy verdiğimiz eski rektörümüz rahatça kazanmıştı. Neyse siyasi muhabbete giremeyeceğim hiç. Yeterince sıkıldım çünkü. Msnde, facebookta ve türlü ortamda kişisel iletileri 364 gün ''aşkım nerde kaldın, çok koptuk yeaa, lan bi daha o kadar içmicem'' olan kişilerin siyasete soyunması fazlasıyla mide bulandırıcıydı keza. Ha o bahsettiğim kişisel iletileri yazanların yanına ''yok ölüm gününüze bakın, önceki hayatınızda neydiniz'' türünden testler dolduran arkadaşları da parantezin içine alabilirsiniz.Yalnızca mutlu olduğumu belirtip seçim beni teğet geçti diyorum.

Hem kırmızı koltuk muhabbetinden hem de otobüsün sesinden rahatsız olduğum için yol boyunca bana eşlik edecek olan Adele'nin kulaklarıma dolmasına izin verdim.

Okula vardığımda çalışmayan bir kaç insan olarak hiç tedirgin değildik. Seçim konuşmalarına ''Evet abi, he abi'' şeklinde dahil oluyordum. Derken sınavın test olacağı bilgisi geldi. O an yeniden doğdum sanki. Notların elimde durup, pencereden dışarı boş boş baktığım anlara üzüldüm. Ama faydası da oldu. Vize haftamı akıl sağlığımı bozmadan idame ettirebileceğim kadar yapmıştım.

Ani bir kararla, aslında Koray Bey'in gazıyla dalışa gitmeye karar verdik. Ekipmanlar hazırdı evde. Hemen alıp yola koyulduk. Su soğuktu ama elbiselerimiz olduğu için ilk birkaç dakikanın ardından üşümeyecektik. Keyifle üç saat kadar daldık. Havaların garip seyrinden dolayı doğru dalış gününü bir türlü tutturamamıştık. Özlediğim için sudan çıkasım gelmedi. Çıktığımda ise elinde taramalı tüfeklerle on kadar asker beni bekliyordu!

Dalış yaptığımız bölgenin yan tarafı askeriyeye ait bir yerdi. Defalarca orada dalış yapmamıza rağmen, tek bir uyarı dahi almamıştık. Yasak bölgeye giriş çıkışlar yapmışız sürekli.

Sudan çıkıyorsun ve karşında eli tüfekli on kadar asker hazır kıta seni bekliyor. Olanların nedenini onları görünce tahmin etmiştim. Yapabilecekleri şeyin üst sınırı üstümde başımda ne kadar malzeme varsa el koymak, üstüne de para cezası vermekti.. Olayı sakince anlattım, aylardır daldığımızı hiç kimsenin uyarmadığını ayrıca bölgede ne bir uyarı yazısı ne de denizde bir şamandıra olmadığını belirttim. Askerlerin hala vurun emrini bekler bakışları oldukça rahatsız etmişti beni. Bir yere varmayacağına adım gibi emindim ancak yine de gereksiz bir gerginlik yaratılmaktaydı. Neyse ki tekrarı olmasın ve burada dalış yasak sözünden başka hiçbir şey olmadı. Ben de zaten üç tür balığın yaşadığı bölgede dalmaya pek hevesli değildim.

Fotoğraf işine malum tatsız son yüzünden giremedik bir dahaki dalışa diyelim.

Denizde, duşta, havuzda çok uzun süre kalınca hani börtmek diye bir tabir kullanılır ya. Ellerim şu an öyle. Yarına kadar da kalır böyle. Ama bu dalış zevkiyle asla değişilmez. Bir de dalış sonrası içilen sıcak çayla.

yal..

29 Mart 2009 Pazar

Ama Sen

Tüm ezberleri bozup
Bu tatlı karın ağrılarına son verecek gibi.
O fantastik filmin içindeki
En güzel sahneden fırlamış belli ki.

Ne kadar ertelemeye çalışsam da tenimden
Delice istiyorum aklımda yalnız sen.
Ne kadar gizlemeye çalışsam da yüzünden.
Bambaşka olacak deyip geçiyorum kendimden.

Ama sen sorma. Sakın sorma.
Konuşursak büyü bozulur sonra.
Ama sen koyma. Üstümüze anılar bırakma.
İlk kezmiş gibi dokunalım aşka.

Ama sen bilme. Biraz daha gizlice.
Ama sen gece. Gündüzleri de gel benimle.
Ama sen dinle. Burası yeter ikimize.
Ama sen gitme. Bu daha ilk perde.


yalçın..

28 Mart 2009 Cumartesi

I Was So High I Did Not Recognize

Çok yorgunum, uykusuzum. Vizelerim başlıyor.
Akşam maç var.
Yarın seçim var.
Heyecanla oy yüzdelerine bakacağız yarın geceye kadar oley.
Muhtarlık seçimlerinin sonuçlarını bile merak ediyorum diyebilirim.
Saatleri de ileri* alıyormuşuz bu gece itibariyle.

Dün Ceyda ile live karaoke olayına katkıda bulunduk. Öyle ki nasıl kaptırmışsak artık kendimizi ''bir daha bir daha'' çığlıkları attık gece bitene dek.
Olanları hatırlayınca da bol bol güldük. Hem de bendeki baya baya aptal bir gülümseme.

Nasıl olacağını bildiğim için hemen atlamadık sahneye. Birkaç detone ve ton kaygısı olmayan arkadaşa sıramızı verdik. Onları kulak sağlığımıza zarar vermeyecek dereceye kadar sabırla ve eğlenerek dinledik. Artık ağırlaşan türkçe parçalardan kurtulmamız gerekiyordu. Ortak bir kararla ''Maroon 5 - This Love'' için sahneye çıkmış bulunduk. Geçen yazdan beri sahneye çıkmamış biri olarak ilk kez çıkıyormuşum gibi heyecanlandım. Vokalde benim, back vokallerde de Ceyda'nın yaptığı güzellikler sayesinde çok zengin bir sound! yakaladık. Sahneyi doldurduk, sahneye yakıştık, bize ayrılan alanın her karesini kullandık. Dans da ettik üstelik. Daha ne yapabilirdik yahu.

Profesyonelce söylediğimizin farkındaydık öhöm. ''(H)'' şeklinde sahneden inip masamıza giderken gelen tebrikleri de kabul ettik. İnanılmaz eğlenmiştik. Yılın en iyi çıkış yapan şarkıcılarına aday olmalıydık. Bu performansımızla en az 5 dalda Grammy bekliyoruz. İlgililere duyurulur..

Haftaya yine oralardayız.
Bu kez kalabalık olacağız.

Bekleriz.

yalç.

24 Mart 2009 Salı

Bugün

Faili Meçhul Kıyak Hareketi

Evet bir oyun bu. Çoğu zaman tatsız, renksiz geçen hayatımıza bir heyecan belki de. Duyduğum anda ''hayat sevince güzel, sevince tatlı güzel'' temalı film gözümde canlandı. O dünya bize uzak tamam kabul ediyorum ama zaman zaman küçük güzelliklerle biraz oraya yaklaştırabiliriz diye düşünmekteyim. Lafı daha fazla uzatmadan Faili Meçhul Kıyak Hareketini anlatmaya başlıyorum.

Amacımız ufak şeylerle insanları mutlu ederek mutlu olmak. Karşılık beklemeksizin iyilik yapma hareketi de diyebiliriz buna.

Bu muhteşem projenin mimarı Tunç Kılıç hareketi şöyle anlatıyor:
Faili Meçhul Kıyak hareketi hiç tanımadığınız birine çok ufak gözüken ama ona gerçekten “iyi” gelecek minik jestler yapmak ve bunu yaparken de saklanmak üzerine kurulu. FMK kartları da bu yüzden tasarlandı. İyilik yapıyorsunuz sonra da arkanızda bu kartı bırakıyorsunuz. Bu kadar basit. Tabii işin en güzel kısmı uzaktan bir yerden yaptığınız kıyağı seyredip gelen tepkileri görebilmeniz.


Neler mi bu güzellikler. Aslında yüzlerce şey de siz ekleyebilirsiniz. Ama onlar ilk akla gelebilecekleri listelemişler. Seçim size kalmış.

* Köprü gişesinde arkadaki arabanın parasını vermek ve hızla uzaklaşmak. Gişe görevlisinden kartı arkadaki arabanın şöförüne vermesini rica ediyoruz.
* Yaz sıcağında kalabalık bir belediye otobüsünün içinde buz gibi bir kasa kolayı unutmak (kartlar kolalara iliştirilmiş.)
* Uzun yıllar bakımsız kalan bir mezarı temizlemek ve çiçek dikmek. Kartı mezara bırakıyoruz. Oradan geçen birilerinin belki dikkatini çeker.
* Karta ataçlanmış 10 TL’lik bir banknotu yolda düşürmek.
* Birinin posta kutusuna gelen elektrik veya su faturasını alıp, ödemek. Sonrasında faturayı makbuz ve kartla beraber posta kutusuna geri koymak.
* Haftalardır pis kalmış bir arabayı gece yıkamak ve sonrasında kartı sileceğe iliştirmek.
* Vapur iskelesinde veya metroda turnikelerden birinin üstüne karta ataçlanmış bir jeton bırakmak.
* Sipariş verdiğimiz (bir alana ikincisi bedava) pizzayı komşumuzun zilini çalarak kapısına bırakıp kaçmak (kart pizza kutusunun içinde.)
* Apartmanda kapı önlerine konan çöp torbalarını kapıcıdan önce toplamak ve kartı kapıcının oturduğu evin kapısının altından içeri atmak.
* Görme engelli bir kişiye, yolda ona etrafındakileri anlatarak yardımcı olmak. [Bunu Amelie filminde gördüm!] Kartı o kişinin cebine atıyoruz. Belki bir yakını bulup okur sonradan ona.
* Desteğe muhtaç (lösemili çocuklar gibi) bir derneğin kapısına sabaha karşı içi oyuncak dolu bir sandık bırakmak (kart sandığın içinde.)
* Otomat, ankösörlü telefon veya atari salonlarındaki oyunlara karta ataçlanmış bir jeton bırakmak.
* Bakımsız bir bahçeyi tertemiz yapıp ortasına iki çiçek dikmek ve kartı sonradan çiçeğe bağlamak.
* Yeni açılmış bir dükkana gizlice ‘hayırlı işler, her şey çok bereketli olacak’ diye yazan bir FMK kartının yanına bir güzel nazar boncuğu bırakmak.
* Üzgün ve depresyonda, ümitsiz hisseden birine iyi şeyler söyleyen ama eğlenceli bir falcı göndermek.
* Doğum gününde bir çocuğa oyuncak göndermek.
* Etrafımızdaki sıkkın görünen kuyrukta bekleyen insanlar için, otobüse sıkışan insanlara, içinde güzel bir söz yazılı kart vermek.
* Kardeşini Seç sitesinden birkaç öğrenciye bu kartları koyup kitap ve oyuncak göndermek.
* 10 TL’yi bu kartı takıştırıp yanlışlıkla düşürmek sakin bir ortamda.
* Bir bakkaldan parası olmadığı için ekmek isteyen birisi için, az ilerki markete bir torba dolusu yiyecek bırakmak ya da yoldan geçen bir çocukla yollamak.
* Deniz kenarında sabaha kadar dolaşıp boş bira şişelerini parası için toplamaya çalışan birisine, şişe içinde bulabileceği bir not bırakarak 50 TL bırakmak.

Alttaki video da bu hareketle ilgili bir haber..



Daha detaylı bilgi için ve kartları hazırlayabilmek için ihtiyacınız olan her şeyi Fikir Atölyesi sitesinde bulabilirsiniz.

Küçük şeyler sevindirsin ruhumuzu :)

yalçın..

23 Mart 2009 Pazartesi

Çimen

koca bir yeşil.
sarıları papatya.
tepemde güneş,
kulağımda galesiz şarkılar
içimde sonsuz gevşeklik.
aklımda çilekli dondurma.
bulutları ben çizdim galiba.

kimse eşlik etmiyorsa bana
üzülür müyüm onlara?
tadı eksilmiyor ki yalnız olunca.

ama siz sevişin lütfen.
benim için durmayın.
utansanız bile bozmayın.
zaten bakmam ben.
duymam da son kullanma tarihi olan yeminlerinizi.
hem yakındır kalkmanız.
belli ki kızın kafası karışık.
üstüne gitme kötü olur derler çocuğum.
ha gitmeyince de kötü olur ya neyse.
en iyisi sen üste çıkmaya çalış.
sonra git gel işte defalarca.

neyse üzülmeyin her yere güneş gelecek.
ama ben şimdiden başladım yanmaya.
ve daha temmuz gelecek.


yal.

17 Mart 2009 Salı

Bak Ne Var Elimde

İkisi elele tutuşmuş gidiyordu. Aptal bir tebessüm vardı yüzlerinde. Kaderleri muhtemelen birbirine bağlıydı. Biri olmadan diğeri asla olamayacaktı. Baktığım her yerde onları görüyordum sanki. İçimdeki nefret giderek büyüyordu. Bu kadarı gerçekten çok fazlaydı. Her an elele olmalarını ve bana gülümsemelerini izlemek ızdırap vericiydi. Ama alışmak zorundaydım. Çünkü aynı yerlerde nefes alıyorduk. En azından bir süre daha böyle devam etmek zorundaydı. Bütün şehre aralarındaki bağdan bahsederken sevgilerini kulakları sağır edecek bir biçimde dile getiriyorlardı. Öyle ki bütün bunlar yetmezmiş gibi ben yaklaşınca seslerini yükseltiyor daha mutlu görünüyorlardı. Hayır kıskanmıyordum onları. Sadece tahammül sınırımın zirvelerinde dolaşıyordum. Herkesin yüzünü güldürecekti oysa onlar. Bense bu gereksiz ilişkiden yeterince zarar görmüştüm. Eminim bu birliktelik ikisi için de mutlu sonla bitmeyecekti. Fakat onlar ısrarla tersini düşünüyordu. Birbirlerine tutmaları için verdikleri yalanları şimdi onları şaşkınlıkla izleyen kişilerle paylaşıyorlardı. Benim için tuhaf bir durumdu. Ama alışılmadık sayılmazdı.

Baktığımı farkedince ''Bir dakika bakar mısın'' dedi. Bunu söylerkenki tonlamasını istediğim yere çekebilirdim. Zira bunu düşünerek kaybedecek vaktim yoktu. Sakin davranıp durabildim. Elime bir kaç renkli kağıt tutuşturup uzaklaşmaya başladılar. Yazılanları kısmen tahmin edebiliyordum. Yakın zamanda da benzerlerini almıştım. Onların birlikteliğinin kötü sonuçlanması, yerinde başkalarının olması sonrasında dahi bir şey çıkmayacağını görmek içimi acıtıyordu. Resmen bunu kafama kazımıştı ''her gelen aynı'' dan kalan acı tablo..

Evet bugünlerde her yanda seçim arabaları var. O arabaların üstünde de komik fotoğrafları koca koca amcaların. Kah köpek severken kah tenis oynarken. Bazen de il ve ilçe adayları elele tutuşmuş gülümserken. Şanslıysanız benim gibi kendilerine de denk gelmeniz mümkün.

yalçın..

14 Mart 2009 Cumartesi

Haksız Gurur

Cama vuran damlalar otobüsün her hareketinde yeni bir yarışa başlıyordu. Tuttuğum damlalarsa önce öne geçiyor, sonlara doğruysa ilerlememek için direniyordu. Bir çokları gibi çocukluğumdan beri oynardım bu oyunu.. Arada gözüm beni inceleyen ve yer vermemi bekleyen amcalara teyzelere takıldı. Aslında çok güzel ölü numarası yapabilirdim yer vermemek için. Gel gelelim bu yarıştırma zevkinden kendimi alıkoyamıyordum. Ne yalan söyleyeyim tatlı bir haz verirdi kazanmak. Ama bugün olmayacaktı galiba. Üst üste alınan mağlubiyetlerin izlerini yok etmek istercesine soğuk camı elimle sildim. Islanan elimi de kotuma sürdüm.. Artık inmeliydim. Adımlarımı yola attığım anda aklımda tek klişe soru vardı. Yağmurda koşan adam mı çok ıslanmıştı yürüyen adam mı? Cevabım hazırdı. Yağmurda koşarken yere düşüp rezil olan adam olmak istemiyordum. O halde ağır adımlarla yürümeliydim.

Güneşli günlerde devamsızlık yapmanın cezasını ödüyor gibiydim. Parmak uçlarımda devam ederken yere değip çamur olan paçam fazlasıyla canımı sıkıyordu. Israrla kıvırmıyor durmaksızın çekiştiriyordum. Okula geldiğimde büyük bir zafer kazanmış edasıyla içeri girdim. Bir aksiyon filminin patlamalı final sahnesinden yürüyerek sağ çıkan tek adamı değildim. Ama öyle hissediyordum. Kendi kendime yarattığım içsel eziyetin haksız gururunu yaşıyordum.

Yalnızca üç kişi vardı. Madem geldik bari ders dinleyelim diyenlerden olmayan üç kişiydik. Evet bu ders olmamalıydı. Ortadan kaybolmak hocaya hiç görünmemek amacımıza ulaştırabilirdi belki. Ancak devamsızlık sınırındaki o üç kişi için de imza önemliydi. Derken hoca geldi ve imzalarımızı attık. Sınıftaki kişi sayısının onun için hiç mi hiç önemi yoktu. Derse başlayacaktı. Şaka yollu dile getirilen ''ders yapmayalım hocam'' nidaları vicdana, paramın hakkını vermeliyime yenik düştü. Hafif kelleşmiş başından yüzüne akan yağmur tanelerini silmek ve kendisine çay almak için izin istedi. Bana da projeksiyon cihazını hazırlamam için flash diskini bıraktı.

Ardından bakarken ettiğim laflar koridorun sonundan duyuluyor olmalıydı. Hiddetle geri döndü ve tükürükler saçarak bana bağırmaya başladı. Herkes şaşkındı. Kimsenin araya girmeye cesareti yoktu. Artık okulumun bitmeyeceğine biraz daha inandırmıştım kendimi. Bana olan kızgınlığı diğer iki arkadaşa da yansımıştı. Onlara da söylenmeye başladı. Oh bana karşı biraz sakinleşti diyordum ki masaya vurdu ve sınıfı terketmemi istedi. Yanlış anladınız demek, özür dilemek fazlasıyla yersiz olacaktı. Çünkü inandığım bir davranış olmayacaktı bu. Zira kendisini pek sevmezdim. Susmak belki anlık bir çözüm olurdu fakat yapamadım. Daha da üste çıkarak dersle ilgili saçmalıkları ve kendisinin görüşlerini çağ dışı bulduğumu suratına haykırdım. Sinirden düzgün cevaplar veremese de sürekli saygısızlık kelimesini içeren cümleler kuruyordu. İki arkadaşım da ara ara konuşmaya girecek gibi oluyor sonra izlemeye devam ediyorlardı. Bakışları özür dilemem yönündeydi. Yoksa gidişat sonum olabilirdi. Ama özür dilememe hiç gerek yoktu. Çünkü sınıfın kapısından çıkarken arkasından ettiğim o sözler hiç duyulmamıştı. Bütün bunlar ben ona saydırırken ya duyarsa sonucunda kurduğum on saniyelik olaylar dizisiydi.

Dersle ilgili sunumları bulmuştum. Hafta hafta hepsi elimin altındaydı. Bir yedeği var mıydı bilmiyordum. Ama flash diskin içindekilerin ortadan kaybolması* o dersi iptal etmeye yeterdi. Diğer arkadaşlarım görmeden tüm sunumları sildim. Ardından da sunumları bulamadım diye söylendim. Onlar da bulamadılar. Hoca yanlış flash disk getirdiği kanısına vardı. Çayını beş dakikalık muhabbetin ardından bitirdi. Bugünlük de böyle olsun diyerek gidebilirsiniz dedi.

Okula girerkenki yaşadığım haksız gurur okulun kapısından çıkarken birden haklı bir gurura dönüşüvermişti. Bir sonraki hafta koca bir kitap okumam gerektiğinden ve kalan sekiz haftanın ders sunumlarını hazırlamam gerektiğinden habersizdim..


yalçın..

11 Mart 2009 Çarşamba

Dum

alalım bir kutu boya
boya sen beni boydan boya.
önce dudaktan başla
sonra kulaktan kulağa.

bırak soyalım kabukları
konuşmayalım yapanları.
aksın gitsin içine
o ve c damla damla.

mutlu ol, gülümse lütfen.
ama masalsı sözler isteme.
bir kez daha yapalım.
sabah olmadan kaybolalım.

karşılaşırsak bir yerde
soğuk olmasın ellerin.
ne başa sarılsın.
ne tekrarı çekilsin.


yalçın..

5 Mart 2009 Perşembe

Aa Mart!

Mart gelmiş Mart. Hala üşüyebiliyorum ama. Okula gidesim gelmiyor. Görünürde son dönem. Sürekli bir şeyler iniyor. O kadar çok izleyemediğim film, dinleyemediğim harika albüm var ki.. Bir süre üretim dursun istiyorum tüm dünyada. 5 yıl yeter bak. Fazlasına lüzum yok. Eldekileri bitirelim sindirelim üstünde konuşalım tartışalım. Buna imkan verin. Biri bitmeden öbürü. Yetişemiyorum ve kendimi çaresiz hissediyorum. Bu duygudan hiçbir zaman kurtulamayacağımdan da eminim.

Kendimizi tekrar etmeyelim olur mu. Kapattığımız sayfaları tekrar açmayalım. O yağmurda bir kez ıslanalım. Öylece kalsın gazını kaçırmayalım..

Tiramisu yapmasını öğrendim. Bir kaç tatlı daha var hedefte. Pek lezzetli oluyor.

Jeremy Scott, Adidas için öyle güzel bir ayakkabı tasarlamış ki görüldüğü yerde alınasıdır.

Alcatraz Hapishanesi ile ilgili 3 film izledim son zamanlarda. İlgimin kaynağı da Sıcak Saatler dizisindeki bir diyalogdan ileri gelir. O günlerde filmlere ulaşmak zordu. Şimdilerde daha kolay tabi. Yakışıklı çocuk Scofield'i gördük seneler öncesinde. Escape From Alcatraz hala en iyisi benim için.

Esen kalın.

yalçın..

2 Mart 2009 Pazartesi

Kıyısında

bir pop bir funk
bir nil kıyısında bir de bora
ne dinledim iki günde.

şizofrenik bir ilgi delisi
klişeleri uzak
ikilemleri tuzak.
ekşimiş tatsız sorular ardında
bu güneşte ıslanmak.

sanırım yaz geliyor.
hey bana tatil yok.
belki tek festival.
bitse ya bitmeyen okulun bitirme tezi
vizesi, finali tüm dertleri.
çalışsak, kafa patlatsak
iş hayatı işte desek.

''buralardan küçük bir ev alıp yerleşeceksin''
yalanından kaçarcasına büyük yerlere gitmek istiyorum.
duramıyorum, sığamıyorum.
hatta itiraf ediyorum: İstanbul'u özlüyor.

öpüyorum.


yalçın..