20 Ağustos 2009 Perşembe

Tatlı Diye Alınan Yeşil Biberin Acı Çıkması Ne Acı

Tayyip'siz mizah dergisi Cici'nin 2. sayısında Altay Öktem güzel bir yazı yazmış. Yazının tamamı derginin birçok yeri gibi güzel. Tavsiye ederim Cici'nin alınmasını. Altay Öktem'in malum yazısına dönecek olursam şöyle diyor:

"Ama insan, her nedense, kendinde olmayan şeylerin peşine düşer, anlamadığı şeyleri, tatmadığı duyguları dert edinir. Ulaşamadığı, elde etmeye çalıştığı şeyleri anlamaya çalışır, kurcalar durur. Sevgidir hayatın temeli, önüme çıkan herkesi isnistasız seviyorum, kucak açıyorum herkese diyerek yüzünde ebleh bir tebessümle dolaşan insanlar, huzursuz, sıkıntılı, problemli tiplerdir genelde. En güzel aşk romanlarını, bir türlü sevmeyi beceremeyen, ailesinden, çevresinden doğru düzgün sevgi görmemiş tipler yazar. Çünkü kafasına takar aşkı, nasıl bir şeydir bu, diye hayretle inceler. Aralıksız araştırır!

Aşık olansa, o aşkı bütün keyfiyle yaşıyordur zaten. Yaşamak varken oturup yazana, en azından salak denir. Aslında daha ağır şeyler de denebilir ama ağzımı bozmayayım şimdi... Ancak yaşayamayanlar yazar: yaza yaza tatmin olurlar. Yazmak, mastürbatif bir duygudur yani."

Yazı daha uzun ve daha güzel kısımları da var ama hepsini yazmayacağım elbette. Alıntıladığım kısım yetti bana. Hep bu fikre inanırdım da böylesine samimi cümlelerle ifade edememiştim. Altay Öktem'e hislerime tercüman olduğundan ötürü teşekkürü bir borç bilirim heh.

Bilenler bilir ben çok takılırım Tuna Kiremitçi'ye. İyidir hoştur da Tuna, aşk ile derdi olan adamlardandır fazlaca. Aşk onu hep örselemiştir. Yazdı, söyledi, yazdı, kötü söyledi ama yok olmadı. Yetmedi. Şimdi de bir film yazıp çekmiş Adını Sen Koy diye. Özünde tabi ki yine bir aşk filmi ne beklerdin ki? Kendi söylemiş "özünde bir aşk filmi" diye. Bıkmadan, yorulmadan hala aşk diyebiliyor adam cidden takdir edilesi şu çabası. Başka derdi yok mu acaba bu hayatta diye düşünmeden edemiyorum. Altay Öktem haklı galiba.

Söylenen ve yazılan her şeyin gerçekten olduğuna her anıyla yaşandığına inananlar var. Öyle ki her yeni gelen öncesiyle ilgili sorular sormaya bayılıyor. Anlatsan da yeterli olmuyor. Yazılan her şarkı, yazılan her yazı birebir olmuşcasına onlardan ve tam olarak öyle olmamış o anlardan nefret ediyor. Onları edebi bir metin olarak göremiyor. Geride kaldığını, o günlere ait bir boşalma olduğuna inanamıyor. Sorun mu? Benim için değil. Ama soru? Kırmadan, üzmeden cevap vermek, köşeye sıkışmış gibi hissetmek can sıkıcı. Köşeye sıkışmış gibi çünkü bu gibi anlarda kelimeleri seçmek zor. Ağından çıkacak her kelime incitici olabilir.

Altay Öktem'in dediği gibi yazmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek vs. mastürbatif hareketlerdir. Birçok blogger bilir ki atılan postların büyük çoğunluğu kendini tatmin etme duygusundan ileri gelir. Yazdıkça, çizdikçe, söyledikçe mutlu hissedersin. Anlattığın şeyi öyle güzel bir hale sokarsın ki o seni bir heykeltıraş gibi hissettirir. Hatta bazen şizofrenik tandanslı davranışlardır bunlar. Yani anlatılan veya yazılan her şey aslında gerçek hislerin olmayabilir.

Görmek istediğim gibi her şey.
Yani söylemek başka, olmak başka...

yalçın.

Hiç yorum yok: