21 Nisan 2009 Salı

Adsız Adam 23749 Kopya İle Tüm Bloglarda

Evet ışık tutasım geldi son günlerin en kaçak hareketine. 3 başlık altında incelemek için yola çıkıyoruz. Ben en sık görülen türlerinden bahsedeceğim.

1.TÜR - Homo Asosyalis: Elleri nasırlaşmış, sosyal iletişim bozukluğu yaşayan, zamanının büyük bölümünü bilgisayar başında geçiren, özgüven eksikliği duyan, kendisini banyodan çıktıktan sonra ayna karşısında bile beğenmeyen bir güruh.

Sert bir giriş olabilir ama bu arkadaşların birçoğu söylediklerimi birebir yaşamaktadırlar. İnsan kazanmak iyi bir şeydir elbette ama bu saatten sonra bilim dahi çaresizdir onlar için. Kısacası ''Bu saatten sonra, böyle gelmiş, böyle gider.''

2.TÜR - Homo Ahlakus: Bu türdeki canlıların özellikleriyle, 1. türdeki bazı kişilik özellikleri örtüşmektedir. Burada işin içine yazıların, yaşananların, yazarın ve yorumlardaki görüşlerin ahlaki boyutu da karışır. Yazılar Din ve Türklük açısından sorgulanır da sorgulanır.

Adsız kişisine ters gelen hareketler, adsız kişisi tarafından hakaret boyutundaki sözcüklerle taçlandırılır. Kadın bloglarındaki tavır genel olarak ''Orospu, kaşar, senin anan baban abin yok mu, a.... koy...'' , erkek bloglarında ise ''Lan piç senin ebe.. si..'' şeklindedir.

3.TÜR - Homo Issız Sapiens: Günümüzdeki en moda türlerden biridir. Kendilerine tüm sosyalleşme ağlarında sıkça rastlanabilir. Bunun dışında birçok mekanda da görmek mümkündür. Türün adından da anlaşılacağı üzere Issız Adam tribindedirler. Bir dörtlükle aslında yaşamadıkları hayatlarını özetleyecek olursak;

Seksss vaaa,
Gezziyos, tozzuyos,
Yiyos içiyos,
Sabah olunca adiios..

Homo Issız Sapiens gayet zararsızdır. Yaklaşıp okşayabilir, hatta biraz konuşup eğlenebilirsiniz bile.

Bu 3 türe ışık tutmaya çalıştık umarım ilgilenirsiniz. Genel olarak erkek türleri ele aldık, bir başka gece de sorunlu kadın türlerini ele alabiliriz kimbilir.

Dikkat edin kendinize.
Tanrı hepimizi Adsız'lardan korusun.

T9'da 23749 yazınca ''adsız'' çıkıyor. Hey ho, Let's go.

Evdeki ses düm tek tek.

Öptüm.

Yalçın..

20 Nisan 2009 Pazartesi

Seksi Fotoğrafları İçin Tıklayınız!

Bu blogda yazdığım ilk şeylerle bugün yazdıklarım arasında dağlar kadar fark var. Bütün Tuna Kiremitleri kaybettim içimdeki. Blog yazmaya başlarken günlük şeklinde yazmam diyordum. Ama sıkıldım blogun ilk tarzından. İçimden ne yazmak ne okumak geliyor o tip şeyleri. Merak edenler sağ taraftaki blog arşivinden o çok edebi? yazıları da okuyup hüzne boğulabilirler. Zira geldiğimiz noktada can simidi ihtiyacımız yoktur. Sen bilirsin yani sevgili arkadaşım. ''Dostum caps yok mu'' dersen de yok maalesef. Sen araştır bul.

Blogun hal ve tavrının değişmesinin bir sebebi de bu zamana kadar hiç günlük tutan bir kişi olamadım. Bu tam olarak öyle olmasa da ona yakın hissi veriyor bana. İleride açıp okurum kimbilir. Kalsın burda. Evet evet.

Benim canhıraş aramalarım sonucunda başlayan bir arkadaşlığımız var Bern ile. Geçtiğimiz postların birinin öznesidir hatta kendisi. O bunu bilmez o ayrı. Neyse haftasonu kendisi ile denizi seyredip çilekli votka içtik. Ben parfüm de sıktım ona çilekli hem de. Ben votkayı içmekten çok kokladım ama. Çilekli her şey birbirinin aynısı kokuyor. Bu söylediğim her şeyin içine çilekli prezervatifi de koyuyorum. Afrodizyak.

Galiba bu haftasonu Olympos'da olacağı(m)(z). Tez bitmeden tatile çıkıyorum işte. Lige havlu atmış takım tadındayım şu aralar. Haftaya geçer. Geçmezse geçirirler zaten bir şekilde o yüzden rahatım.

Koridorda Air-Wick dalgasından var. 30 dakikada 1 üfleyen şey nasıl olur da her defasında ben yanındayken üfleyebilir ya. Şaka gibi. Yalçın fotoseli mi var acaba? Kendisinin kokusundan hazzetmediğimi bildiği için böyle davranıyor olsa gerek. Yo hayır can sıkıntısından eşyalara derin anlamlar ve kişilikler yükleme gibi bir cinslik yapmadım. Bu içimde kanayan bir yaraydı paylaşmak istedim yalnızca.

Her şeyi bilen kadın'ı gördüm sabah sabah ürktüm. Hakikaten biliyor yahu. Dürüst olup doğru şıklarla yönlendirirseniz tabi. Tıkla bakalım buraya.

Başlığa aldanıp gelen arkadaşlar içinse ne desem bilemedim :)

Yal...

16 Nisan 2009 Perşembe

REDD'in Yeni Albümü 21'e Dair


İlk kez bir albümün tüm süreçlerine uzaktan da olsa tanık oldum her aşamasını takip ettim. Onlar askerdeyken stüdyo albümleriyle ve akustik konser albümleriyle idare ettik. Yeri geldi ''nefes bile almadan'' sevdik. Yeri geldi ''hiç bu kadar acıtmadı hiç kimse senin kadar'' diye haykırdık. Bazen de ''boşver böylesi daha güzel'' diye çekip gittik. Gitmeden evvel nasıl derinliği olan şarkılar yaptıysa bu adamlar her dinlediğimizde yeni bir şey keşfettik. Ama bu özlememize engel olmadı tabi ki. Gerek konserlerdeki samimi ortamı, gerekse şarkılara eşlik ederkenki varoluşumuzu yeniden yaşamayı çok özlemiştik.

Kendilerini ilk dinlediğimde ne yalan söyleyeyim ki ikinci bir albüm yapacaklarına inancım pek yoktu. Bunun nedeni o dönemde rağbet edilen seslerin yönü ve Redd'in bambaşka havasıydı. Fakat bugün gelinen noktada da şunu söyleyebilirim ki Redd sadece önümüzdeki birkaç yıla değil, on hatta yirmi yıla damgasını vuracak bir grup olacaktır. Şarkıları otuz yıl sonra bile dinlenebilen özel bir grup.

Yakıştırmaları benzetmeleri sevmesem de hala dinlememiş olanlar için diyebilirim ki; Pink Floyd, Coldplay gibi grupları seviyorsanız Redd'i daha da çok seveceksiniz.

Redd ile ciddi anlamda ilk tanışmam birlikte çalacağımız bir festival dolayısıyla oldu. O zamana kadar bazı şarkılarını bildiğim hoş müzik yapan adamlardı. Sonra ne mi oldu? Tanıdık, sıcaklıklarını ve içten müziklerini gördük. Canlı dinledik hayran olduk. Eve geldik bir daha dinledik. Sonra konserlerine gittik. Birlikte söyledik. Ağlarken, gülerken, eve yürürken, okula giderken, otobüste, uzun yolculuklarda, güneşlenirken, içerken her yerde her şekilde dinledik bu adamları. Her anımıza tanık oldu güzel şarkıları. Yanımızdan hiç ayırmadık kısacası Redd'i.

Başa dönelim artık biraz evet. 21 diyorduk. Heyecanla bekledik aylarca. Bekleyiş son buldu. Tam 21 şarkılık dev bir eser bıraktı ruhumuza. Yeni alınmış bir oyuncak edasıyla albüm incelenmekte.

* ''Bu albüm, dünyaya tutunmaya çalışan, onu değiştirmeye çabalayan ve bu yolculukla kendine bir yön bulmuş herkesin adına söz almış bir karakterin, 21'in hikayesi.

Albüm 21 isimli karakterin doğumu ile başlıyor. Çocukluk hayallerine, geleceğe dair umutlarına, dünyaya ve çevresinde gördüklerine dair epik öyküler ergenlik dönemi ile birlikte yerini farklı sanrılara bırakıyor. Yaşadığımız dünyanın biçimlendirilmişliğinin hayatlarımızı nasıl sınırlandırdığını gözlemli gözlemliyor, kendi masumiyetinin elinden kayıp gidişine tanıklık ediyor. Bir sonraki episode’da aşk onu tüm bu sorgulamaların içinden çekip çıkarıyor. Albümün son episode’unda ise 21 gerçeklikle tanışıyor. Çocukluk hayallerini ve yaşamını sorguluyor. Ait olduğu gerçeklikten dünyayı anlatıyor ve yaşamı boyunca içinde gizlemeyi başardığı küçücük bir umutla aramızdan ayrılıyor..''
(*Redd)

Albümü şarkı şarkı anlatmayacağım elbette. Çünkü ne film ne de albüm incelemesi yapmayı sevmiyorum. Nihayetinde bu albüm herkeste farklı şeyler uyandıracaktır. Beni etkilediği gibi seni etkileyemeyebilir. Lakin herkeste bir şeyleri yeniden canlandıracağı da su götürmez bir gerçek.

Biz yeterince konuştuk artık sessizlik olsun. Susalım ve dinleyelim.

He bir de mümkünse orjinal albüm alalım!

Yalçın..

Yansın, Yasaklansın, Kaybolsun!

-Rochas erkek parfümü yasaklansın. Bir yere kadar güzel de artık herkeste var. Ölüyoruz!

-Facebooktaki test ve video olayı kalksın.

-Nihat Doğan kestikçe uzamasın. Esra Ceyhan aramızdan ayrılsın.

-Bloglar amacından şaşmasın. Saçma sapan blog yarıştırmalarına girip, mail kutularımız ''bana oy verir misin'' postalarıyla dolmasın.

-Seba gitsin, Ahmet dursun.

-Ted'in karısı belli olsun.

-Ekşi Sözlük'teki Nutella, Uludağ Limonata, Lost ve Banu Güven çılgınlığı son bulsun.

-Coca Cola efsanevi cam şişesine geri dönsün.

-Prison Break mutlu sonla bitsin.

-Ünlü müziğe geri dönsün.

-Yurdun dört bir yanındaki eğitim yuvalarında su savaşları başlasın.

-Biri bana Ergenekon'u baştan sona anlatsın.

-Gökçe müziği bıraksın.

-Buzdolabının kapağı istediğim kadar açık kalsın.

-Yeni nesil ''bilmem ne photography'' havasından sıyrılsın.

-Rüzgarlı havalarda saçlarım dağılmasın.

-Yeni doğan her kız çocuğuna ''Ada'' ismi koyulmasın.

-Kolbastı oynayanlara görüldükleri yerde dalınsın.

-Son günlerin blog modası haline gelen ''erkeklere bindirmek'' olayına en azından bir süre ara verilsin.

-Ayşe tatilden dönsün.

Yalç..

11 Nisan 2009 Cumartesi

Parce que j’ai le jeu, mes chiennes!

Telefon bankacılığında en çok sıkıldığım terlediğim soru nedir biliyor musunuz?
-Lütfen kodlar mısınız?

Ya tamam kodlayalım da Adana, Ceyhan, Denizli değil ki tüm harfler. Misal J harfi gelmiş. Düşün düşün dur. Konya, Adana diye sayarken birden Jamaika demek görgüsüzlük gibi geliyor. Yalnız J mi? Hayır tabi ki. Ö var mesela, Ü var. Fatsa hayatımda yeri olan bir yer değil. Nereden gelsin aklıma. Ya da Ödemiş ya da Ünye.. Arada o kadar boşluklar oluyor ki ben kodlama yaparken telefondaki ilgili kişi şüpheleniyor diye daha da geriliyorum. Kendimi malum yarışmada gibi hissettiğim zamanlar da yok değil hani. Sanki bildiğim tüm illeri ilçeleri unutuyorum birisi bana ''Kodlayabilir misiniz beyefendi'' dediğinde.

Bir erkeğin bir kadına ilk bakışının süresi 8.2 saniyeyi aşıyorsa artık erkeğin kadına aşık olduğunu düşünebilirmişiz. Tabi bu durum erkekler için böyle. Kadınlar içinse bilim bile çaresiz. Henüz bir sonuca varamamışlar dolayısıyla.

Zooey Deschanel ile Marion Cotillard sizce de benzemiyor mu birbirine?

Yaz geliyor, herkes kendine çekidüzen versin lütfen. Ağlanmayın sonra. Sağlık için spor diyelim biz buna.

Bir kotun arka ceplerini taşıyan çantalar modaydı bir ara. Geçen aklıma geldi. Ne zamandır görmüyorum onlardan. 90'ların popçu fotoğraflı klasörleri de hemen ardından düştü aklıma ya neyse. 86 ve öncesi doğumlular, ilkokulda dershaneye gidenler iyi hatırlar.

Robin Williams kalp ameliyatı geçirmiş. Geçmiş olsun diyelim buradan.

Son olarak blog ödüllerinden de mim dalgalarından da hazzetmiyorum. Ama kıramayacağım bir kişinden gelince bu defalık ilk ve son diyerek kabul ediyorum.

Sevgili Gülen Tezer Üstün beni bu ödüle layık gördüğün için sana çok teşekkür ediyorum. Tez vakitte tamamen iyileşmiş olduğuna dair yazılar okumak için sabırsızlanıyorum.

Oyunun kuralı ödülü başkasına geçirmekmiş galiba fakat ben oyunbozanlık yaparak bunu yapmayacağım. İzleme listemdeki tüm blog yazan arkadaşlar benim için değerlidir hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

En başa yazmam gereken şeyi sona sakladım. 22 yıldır tek bir saniye bile kendisinden vazgeçmediğim takımım yarın kazanırsa inanılmaz mutlu olacağım. İnancım çok yüksek elbette. Lakin kaybedip hayal kırıklığı da yaşasam sana olan sevgim zerre değişmeyecek.

Mevzubahis Galatasaraysa gerisi teferruattır..

He bu başlık neyin nesi diye merak edenlere de Barney Stinson'dan alıntı yaptığımı belirteyim.

Hoşçakalın efendim.

Yalçın..

9 Nisan 2009 Perşembe

Tempo Dergisi'ne Göre Hayatınızı Değiştirecek 50 Film


Daha önce söylemiştim bu listenin hepsine itibar etmesem de Tempo okumayan sinemasever bloggerlar için bu hizmeti yapacağımı. İşte koydum listeyi görüldüğü üzere.(Tıklarsanız büyüyecektir) Listedeki 50 filmin yarısını izlemişim. Divxplanet açıldı filmler indirilmeye başlandı tabi ki. Emule'e bindik gidiyoruz.

Tempo Dergisi'ne göre Hayatımızı Değiştirecek 50 Film..

Hepimizin hayatını değiştirir mi ya da hayatlarımız değişmeye müsait mi bilemiyorum. Ama bu filmlerin küçük dönüşümler yaratabileceği muhakkak.

Hep söylediğim bir şeyi yine söylüyorum.

''Sevgili Sinema Sektörü, izleyemediğimiz binlerce güzel film var. Her gün de yenileri ekleniyor. Nasıl yetişeceğiz bu kadar esere bilemiyoruz. Kafamız allak bullak. Okullarımız, işlerimiz, dizilerimiz var. Hatta bir kısmının mesajlarına cevap bekleyip duran, biraz geç cevap verince arayıp sinir yapan sevgilileri(sosyal ayar) var. Diyeceğim odur ki biraz ara verin, bir soluklanın, tatil falan yapın adalarda. Ama ne olur bir süre durun. Şu açığı kapatalım birkaç yıl sonra başlarsınız yine çekmeye. Film diyorum film. Aksi halde uykusuz geceler, devamsızlıktan kalınan dersler, kesilen maaşlar, terkedilen sevgililer giderek artacak.


Senin de beni sevdiğini biliyorum canım''

Öpüyor.

4 Nisan 2009 Cumartesi

Teşekkürler İyi Niyet Teşekkürler İnsan Canlısı!

Mobil İlköğretim Okulu'na daha çok var mı diye sordu kız. Yok az kaldı geç kalmazsınız merak etmeyin cevabı onu rahatlatmıştı. Muhabbetin harlanacağı adamın üzerindeki kıyafetlerin kahverenginin her tonunu taşımasından belliydi! İnsan canlısıydı. Engin tecrübelerini saate ve burunlarından derin nefes alarak onu dinleyen bizlere aldırmadan paylaşmaya devam ediyordu. Varılan her durakta civar okullarıyla ilgili bir takım bilgiler vermekten kendini alıkoyamadığı gibi şöförün beklediği ''devam et kaptan'' cümlesi de istisnasız ondan yükseliyordu. Ayaktaki teyzelere yer vermesi muhabbeti kesebilirdi. Bu yüzden göz temasından mümkün mertebe kaçtı. Ondan başka hiç kimse nerede inmesi gerektiği konusunda net bir bilgiye sahip değildi. Bu gruba şöförün de dahil olması tüm gözleri onun üzerine çekiyordu. Mobil İlköğretim Okulu neredeydi? Cevabı büyük bir sırdı. Israrla söylemiyor zamanı gelince hep birlikte inileceğini tekrarlayıp duruyordu. Egosu tüm zamanların en üst noktasına ulaşmıştı. Sınavın ekmeğini yemesi zor görünüyordu ancak durumdan yeterince mutluydu. Uzun cümlelerin ardını kendi gülüşleri ile dolduruyor, arkasndan gelen derin sessizlikleri de kesmek istermişcesine konuya dönüp okula az kaldığını belirtiyordu...

Nihayet beklenen ses gelmişti. ''Mobil'e gidecekler beni takip etsin'' dedi.. Yürümeye başlamıştık. Turist kafilesini andıran halimiz görenleri şaşırtıyordu. Brifing bitmemişti durmaksızın anlatıyordu. Sıkılmışlığımızı gizleyip durumu idare etme çabamızın tek nedeni ona duyduğumuz minnetti. O da bunun farkında olacak ki herkese sorular soruyor, belki de bir daha hiç görmeyeceği bir takım insanları tanımaya çalışıyordu. Kız ile daha ilgili olmaya çalıştığı anlarda aşırı dölüğanlı (delikanlı) ruhu onu frenliyordu. Neyse ki uzaktaki görüntü hepimizin yüzünü gülümsetti. Okulu görenler teşekkür edip yavaştan çevredeki kırtasiye ve marketlere dağılmaya başladı..

Tüm hücrelerine yalnızlık nüfus ettiğinin farkındaydım. Kendisini ıslak bir mendil gibi basit ama etkili bir tamlama ile bütünleştirdiği de son gördüğüm andaki surat ifadesinde gizliydi. Tüm sıkıntı dolu anları unutup içimden ben de güzel bir teşekkür ederken eve gidip olanları yazmayı düşündüm. Gelgelelim o anlarda bu yazının finalinin okula yaklaştıkça değişeceğinin farkına biraz geç varacaktım. Evet insan canlısının bizi getirdiği okul Mobil İlköğretim Okulu değildi. Mobilse çok geride kalmıştı.

Teşekkürler iyi niyet, teşekkürler insan canlısı!


yalçın...

3 Nisan 2009 Cuma

Ben Göremedim Sen Söyle Yarın Var Mı?

Ondan bir haber ulaşacak
Elin ayağın dolaşacak
Bu ilanı aşk karşısında
Aklın fena karışacak.

Dünkü falımdır da yukarıdaki dörtlük. Başlık da Second - Hey'den.

Tempo almak adetim değildir pek. Ama Nisan sayısında harika, pırıl pırıl, gıcır, mis kokulu, kuşe kağıt böyle her sinemaseverde olması gereken cinsten koca bir ek vermişler. Okuduğun son cümle hislerimi anlatmakta hala yetersiz. Olsun alınca beni anlarsın.

Bu ayrı derginin tamamında ''Hayatınızı Değiştirecek 50 FİLM'' yer alıyor. Evet bu ay almalısınız TEMPO Dergisi'ni. Almayacaklar için listeyi bugün yarın eklerim buralara. İçeriğinden bahsedecek olursam azıcık; filmler hakkında bilgi, kareler ve unutulmaz replikler var. 50 filmin ancak yarısını izlemişim bu zamana kadar. İki aya kalmaz listeyi tamamlarım. Aksi halde kendimi sigaraya başlamış gibi kötü hissedeceğim.

Elbette ''şu da olmalıydı, ya bu filmin neresi hayatımı değiştirecek ki'' türünden yorumlara açık bir dergi olmuş. Her şeye rağmen tavsiye ediyorum. Fiyatı da 6 TL.

Bugün toplamda 20 kredilik vizelere girdim. Merak edenler için söylüyorum ki süperdi hepsi. Yarın sabah da sınavım var. Ama gidiyorum. Duramıyorum evde. Klasik cuma eğlencemize saatler var. Filtre kahve ve cheesecake'in önünde saygıyla eğildikten sonra karaokeeeee!

Hell Yeah.